Mehir Nedir?
Mehrin sözlük anlamı; “İslam hukukunda evlenme ile erkeğin, kadın üzerinde elde ettiği haklara karşılık kadına verdiği değerli şey”dir. Mehri muaccel; “İslam hukukunda erkeğin, nikâhtan önce kadına verdiği mehr” ve mehri müeccel ise; “İslam hukukunda erkeğin, nikâhtan (ve hatta evlilik sona erdikten) sonra kadına verdiği mehr” olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara, 1996, s:529).
Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı gibi mehir, kocanın evlenme sözleşmesi anında veya devamı sırasında ya da evliliğin sonra ermesi hâlinde kadına verdiği belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan armağandır.
Mehre İlişkin Anlaşmaların Türk Hukukundaki Yeri
Medeni Kanun, evlenme sözleşmesi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaat edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre kurulmuş mehr, Medeni Kanun tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilemez (2.12.1959 tarihli, 14/30 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi). Hukukumuzdaki sözleşme serbestisi ilkesi gereğince de kocanın yüklenmiş olduğu edimini yahut bağışlama yönündeki vaadini koca dışında bir üçüncü kişinin de üstlenmesine engel bulunmamaktadır. Ancak mehri müeccel, ileriye yönelik bağışlama vaadi niteliğinde olduğundan, koca dışında üçüncü kişinin durumu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 128. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun BK 110. maddesi) yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, TBK’nın 288. (BK’nın 238.) maddesinde düzenlenmiş bağışlama vaadidir.
Boşanmada Mehir Alacağı Talep Edilebilir Mi?
Eşler boşanma davası açarken mehir alacağının aynen iadesini, mümkün değilse bedelinin tahsilini de dava edebilirler. Başka bir ifade ile mehir alacağına ilişkin talepler boşanma davası ile ileri sürülebilir.
Mehir Alacağı İçin Dava Nasıl Açılır?
Eşler mehir alacağının tahsilini; mehir ziynet eşyası ise aynen iadesini, mümkün olmaması halinde ise bedelinin tahsilini aile mahkemesine açacakları bir dava ile talep edebilirler. Ancak eğer mehir alacağı senede dayanıyorsa bu halde görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olacaktır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca bağışlama sözleşmelerine ilişkin hükümler mehir alacağına ilişkin davalarda da uygulanacaktır.
TBK m. 146 uyarınca mehirin ödenmesinin belirli bir vadeye bağlanması durumunda alacak muaccel olduğu tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabi olur.
Boşanmada Mehir Alacağının İspatı
TMK’nın “İspat Yükü” başlıklı 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesine yer verilmiştir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Ziynetin kadına ait olduğu ve kadının yanından ayırmayacağı bir karinedir.
Kadın mehir alacağının bulunduğunu yazılı şekilde düzenlenen mehir senedi ile ispatlayabilecektir. Mehir senedi, ileriye yönelik bağışlama vaadi özelliği taşıdığından mehir senedinin geçerlilik şartları, bağışlama vaadinin geçerlilik koşulları gibidir. Buna göre TBK m. 288 uyarınca mehir sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde düzenlenmiş olması zorunludur. Mehir senediyle bağışlanması vaat edilen eşya gayrimenkul veya gayrimenkul üzerindeki hak bir hakka ilişkin ise, mehir senedinin geçerli olması için resmi şekilde yapılması gerekir. Bunun yanında bu tür bir bağış vaadi içeren mehir senedinin geçerli olabilmesi için tapuda tescil işlemlerinin de yapılmış olması gerekir. Bu durum tapulu gayrimenkuller için geçerli olup tapusuz gayrimenkuller için bu şart aranmaz.
Taraflar arasında bir mehir senedi imzalanmışsa, senede karşı senetle ispat kuralı gereğince, mehir senedi borçlusu olan eşin, söz konusu mehir senedinde yazılı ziynet eşyalarına yahut değere ilişkin taahhüdü yerine getirdiğini yazılı delille kanıtlaması gerekir. Eğer bu türden bir yazılı delil sunulamıyorsa mehir senedinden vazgeçildiğinin ancak aynı kuvvetteki belge ile kanıtlanması gerekir. Aksi halde mehir senedi borçlusu olan eş mehir senedinde yazılı ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmadığı takdirde bedelini ödemek ile yükümlü olacaktır.
MEHİR ALACAĞINA İLİŞKİN YARGITAY UYGULAMALARI
HMK’nın 203/1-a maddesinde sayılan yakın hısımlar arasında dahi, eğer ortada yazılı bir delil varsa, aksi savunmaların ispatı ancak aynı yazılı delille mümkündür
1. Taraflar arasındaki “ziynet alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 1. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 30.09.2011 havale tarihli dava dilekçesinde, müvekkili ile davalının 08.08.2000 tarihinde evlendiklerini, evlilik birliği kurulmadan önce davalının 02.08.2000 tarihli mehir senedi ile müvekkiline 200 gr 22 ayar altın hibe edeceğini taahhüt ettiğini ancak bu altınların hiçbir zaman teslim edilmediğini ileri sürerek söz konusu altınların mevcutsa aynen ifasına, değilse bedelinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 20.01.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde, davacının iddialarının gerçeği yansıtmadığını, mehir senedinde nitelik ve vasıfları belirtilen altınların taahhüt edildiği gibi davacıya teslim edildiğini ancak altınların ayarı noktasında ihtilaf olduğunu, altınların tümünün 22 ayarda olacağının mehir senedinde belirtilmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Konya 1. Aile Mahkemesinin 15.11.2012 tarihli ve 2011/988 E., 2012/1012 K. sayılı kararı ile; mehir senedinin varlığı ve ziynet eşyasının miktarına yönelik taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık olmadığı, uyuşmazlığın bu ziynet eşyasının davacıya teslim edilip edilmediği noktasında toplandığı, dinlenilen tüm tanık beyanlarından dava konusu ziynet eşyasının davacıya takıldığı ve evlilik birliği içinde sarf edildiğinin anlaşıldığı, davacının ise bu ziynet eşyalarının kendisine teslim edildikten sonra davalı tarafça alınıp iade edilmediği yönünde iddiasının olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Konya 1. Aile Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 16.09.2013 tarihli ve 2013/1347 E., 2013/12385 K. sayılı kararı ile;
“6100 sayılı HMK’nın 201.maddesi hükmüne göre senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin tanıkla ispatı mümkün olmayıp, ancak aynı kuvvette bir belge ile kanıtlanması gerekir.
Olayımızda, davacı 02/08/2000 tarihli mehir senedine dayanmıştır. 6100 sayılı …nun 201. maddesi gereğince, senede bağlanmış her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin tanık ile ispatı mümkün olmayıp, ancak aynı güçte bir belge ile kanıtlanması gerekir. Bu yasal düzenlemenin sonucu olarak senette yazılı eşyanın davacıya iade edildiğinin davalı tarafından kanıtlanması zorunludur. Davalı taraf teslim olgusunu yazılı delillerle kanıtlayamamıştır. Ancak, cevap dilekçesinde “her türlü yasal delil” demek suretiyle yemin deliline de dayanmıştır. Bu durumda davalı tarafa söz konusu eşyayı davacıya teslim etme konusunda yemin teklif etme hakkı bulunduğu hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Konya 1. Aile Mahkemesinin 22.05.2014 tarihli ve 2014/309 E., 2014/450 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, her ne kadar dava konusu mehir senedi evlilik tarihinden altı gün önce düzenlenmiş ise de söz konusu senedin evliliğe yönelik düzenlendiğinin açık olduğu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-a maddesindeki eşler arasında yapılan senede bağlı işlemlerde tanık dinlenmesinin mümkün olduğuna dair kuralın dar yorumlanmaması gerektiği, bu nedenle mevcut senede dair iddialara karşı da tanık dinlenilmesinin mümkün görülmesinin gerektiği, ayrıca davacı tarafın iddialarını ispata yönelik olarak tanık deliline dayanması karşısında davalı tarafın tanık dinletme isteğine herhangi bir itiraz bildirmediği, tüm davacı tanıklarının davacının iddiasının aksine mehir senedine konu ziynet eşyasının davacıya teslim edildiğini belirttikleri, davalı tanıklarının da benzer beyanlarda bulundukları, tüm bunlar karşısında davacının mehir senedine dayalı iddiasına karşı, senetle ispat kuralının uygulanarak tanık dinlenilmesinin mümkün olmadığını iddia etmenin yerinde olmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın ispatına ilişkin olup taraflar arasında evlilik birliği kurulmadan altı gün önce düzenlenen mehir senedinde verildiği belirtilen ziynet eşyasının teslim olgusunun tanıkla ispatının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Konunun aydınlatılması için ispat hukuku yönünden geçerli kurallara değinmekte yarar vardır:
13. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesi:
“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
15. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
16. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.
17. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat Yükü” başlıklı 6. maddesinde: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” düzenlemesi yer almaktadır.
18. HMK’nın 201. maddesinde “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” hükmü düzenlenmiştir.
19. Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin senetle ispatı zorunludur. Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.
20. Ancak, HMK’nın 203. maddesinde hangi hâllerde tanık dinlenebileceği açıklanmış olup,
“a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkansızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hallerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hali.” şeklinde düzenlenmiştir.
21. Anılan madde gereği taraflar arasındaki mehir senedinin evlilikten altı gün önce düzenlenmiş olması nedeniyle evliliğe yönelik olduğu, bu nedenle tarafların iddialarını tanıkla ispatlayabilecekleri düşünülebilirse de, HMK’nın 203/1-a maddesinde sayılan yakın hısımlar arasında dahi senedin aksi tanıkla ispat edilemez. Anılan yakın hısımlar arasındaki hukuki işlem senede bağlandığında, taraflar arasında artık manevi imkânsızlık bulunduğundan söz edilemeyeceğinden bu kişiler arasında dahi senede karşı ileri sürülecek savunmalar tanıkla ispat edilemez; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.
22. Senede karşı tanıkla ispat yasağının bir diğer istisnası ise tanıkla ispat hakkında taraflar arasında delil sözleşmesi olması hâlidir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 18.03.1959 tarihli ve 1958/18 E., 1959/21 K. sayılı kararına göre tanıkla ispatlama yasağı, yalan tanıklığı önleme ve davada tarafların çıkarlarını koruma amacına yönelik olduğundan, değeri belli miktarı aşan hukuki işlerin tanıkla kanıtlanması yasağına ilişkin ilkeler, kamu düzeni düşüncesiyle yasaya konulmuş hükümlerden olmadığından, tarafların açık muvafakatı ile tanık dinlenebilir.
23. Bir taraf senetle ispatı gereken bir hukuki işlemi tanık ile ispat etmek isterse, HMK’nın 200. maddesinde açıkça yazılı olduğu gibi, hâkim, tanıkla ispat edilmek istenen hukuki işlemin senetle ispat edilmesi gerektiğini, ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatmak zorundadır. Hâkimin yukarıdaki şekilde hatırlatması ve sorması üzerine karşı taraf tanık dinlenmesine muvafakat ettiğini açık bir şekilde mahkemeye bildirirse (aslında senetle ispatı gereken), o hukukî işlem tanık ile ispat edilebilir. Bu hâlde, aslında senetle ispatı gereken bir hususun tanıkla ispat edilebileceği hakkında, mahkeme önünde sözlü olarak bir delil sözleşmesi yapılmış olur. Aksi hâlde, diğer iki şart (karşı tarafın muvafakati ve bunun tutanağa geçirilerek karşı tarafa okunup imza ettirilmesi) tamam olsa bile, taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz ve aslında senetle ispatı gereken o hukuki işlem hakkında tanık dinlenmez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt III, 2001 Baskı, s. 2924-2925; Kuru, B./ Arslan R./ Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, 25. Baskı, s. 444).
24. Diğer taraftan, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır.
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.12.2019 tarihli ve 2017/3-958 E., 2019/1285 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir.
26. Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde; davacı kadın 08.08.2000 tarihinde evlenmeden önce davalı eşinin 02.08.2000 tarihli mehir senedini imzaladığını, ancak eşinin kusurlu hareketleri ile ayrılmalarına rağmen mehir senedinde belirtilen ziynet eşyalarının kendisine hiç teslim edilmediğini ileri sürmüş; davalı ise mehir senedinde belirtilen ziynet eşyalarının düğünde davacıya takıldığını ve teslim edildiğini, ayrılık sırasında da davacının hakimiyetinde kaldığını savunmuştur.
27. Hemen belirtmek gerekirse, davacının dava ettiği ziynet eşyalarının, düğünde takılan altınlar değil, evlenmeden önce mehir senediyle verildiği belirtilen ziynet eşyaları olduğu açıktır.
28. İspat külfetinin hangi tarafta olduğu hususunun, yukarıda bahsedilen hukuki düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Ziynetin kadına ait olduğu ve kadının yanından ayırmayacağı karine olmakla birlikte somut olayda, mehir senedinde verileceği belirtilen ziynet eşyalarının davacıya teslim edildiği hususunun davalı tarafından yazılı delille ispatı gerekir. Her ne kadar taraflar arasındaki mehir senedinin evlilikten altı gün önce düzenlenmiş olması nedeniyle evliliğe yönelik olduğu bu nedenle tarafların iddialarını tanıkla ispatlayabilecekleri düşünülebilirse de, HMK’nın 203/1-a maddesinde sayılan yakın hısımlar arasında dahi, eğer ortada yazılı bir delil varsa, aksi savunmaların ispatı ancak aynı yazılı delille mümkündür (HMK md. 201).
29. Bir taraf aslında senetle ispat edilmesi gereken bir hukukî işlemi tanık ile ispat etmek isterse, hâkim HMK’nın 200 veya 201. maddesi hükmüne göre bu hukukî işlemin senet (kesin delil) ile ispat edilmesi gerektiğini (tanıkla ispat edilemeyeceğini), ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatır ve karşı taraftan tanık dinlenmesine muvafakat edip etmediğini sorar.
30. HMK’nın 200. (HUMK 289) maddesinde açıkça yazılı olduğu gibi, hâkim, tanıkla ispat edilmek istenen hukukî işlemin Kanun’a (HMK m. 200-201, HUMK m. 288 – 290) göre senetle ispat edilmesi gerektiğini, ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatmak zorundadır. Aksi hâlde, diğer iki şart (karşı tarafın muvafakati ve bunun tutanağa geçirilerek karşı tarafa okunup imza ettirilmesi) tamam olsa bile, taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz ve aslında senetle ispatı gereken o hukukî işlem hakkında tanık dinlenmez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt III, 2001 baskı, s. 2924-2925).
31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.07.2005 tarihli ve 2005/13-440 E., 2005/461 K. sayılı kararında da aynı ilkelere değinilmiştir.
32. Somut olayda, davalı tanık dinletmek istemiş, davacıya HMK’nın 189, 193, 200. hükümlerine göre (bu olayda tanık dinlenmesi mümkün değildir. Ancak siz tanık dinlenmesine muvafakat ederseniz o zaman bu olayda tanık dinlenebilir. Aksi hâlde yazılı delil ibraz etmeniz gerekir) şeklinde açıkça kanun hükümleri hatırlatılmamış ve bu hatırlatma hususu zapta geçirilmemiştir. Tanıkla ispat hususunda davacının açık muvafakatı da bulunmadığına göre, davalının savunmalarının tanıkla ispatının mümkün olmadığı açıktır.
33. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların yaklaşık on yıl evli olarak birlikte karı koca hayatı yaşadıkları, bu yasal ve fiili birliktelik ile teslim olgusunun hukuki fiil niteliği kazandığı, hukuki fiilerin ise hukuki işlemlerden farklı olarak her türlü delille kanıtlanabilecekleri, buradan hareketle evlilik birliği kurulmadan önce düzenlenen mehir senedinde verildiği belirtilen ziynet eşyasının teslim olgusunun tanıkla ispatının mümkün olduğu ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir. ( YHGK 30.06.2020 T, 2017/1538 E., 2020/485 K.)
Mehir senedinde yazılı ziynet eşyalarına ilişkin taahhüdün yerine getirildiği hususu davalılar tarafından yazılı delille ispatlanmalıdır
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin 02.09.1992 tarihinde davalı … ile evlendiğini, 23.09.1999 tarihinde ise boşandıklarını; evlenmeleri nedeniyle müvekkiline 1290 gram 22 ayar altının mehir senedi ile bağışlandığını, davalıların bu bağışı ifa etmediklerini belirterek müvekkiline bağışlanan 1290 gr. 22 ayar bileziğin mevcutsa aynen teslimini, değilse bedelinin tahsilini istemiştir.
Davalılar vekili davanın süresinde açılmadığını, belge altındaki imzaların müvekkillere ait olmadığını, bağışlama sözleşmesinin geçerli olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının aynı mehir senedine dayalı olarak Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesine açtığı davada, davalıların mehir senedi ile bağışlanan ziynetlerin davalılarca geri alınıp harcandığı iddiasıyla açtığı davanın feragat nedeniyle reddedildiği, mevcut dava ile bu ziynetlerin hiç alınmadığını ve takılmadığını ileri sürerek dava konusu edilip, açılan ilk davada ziynetlerin alınıp harcandığına dair davacı iddiası ve tanık beyanlarına göre alınan ziynetlerin davalılarca harcandığı iddiası ispatlanmadığı gibi mevcut davadaki ziynetlerin hiç takılmadığı ve alınmadığı iddiası usulünce ispatlanmamış olup (mehir senedinde bu ziynetlerin bağışlandığı kabul edilip) ayrıca bağışlanmakla davacıya ait olan bu şahsi eşyaların evliliğin devamı ve boşanmakla bir ilgisi olmadan davacıya ait şahsi eşyalar olup bu şahsi eşyaya ilişkin ilk açılan davadan da feragat edilmekle talep edilen haktan vazgeçildiği gerekçesiyle davanın hem esastan hem de feragat nedeniyle reddine karar verilmiş; kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde yazılan gerekçeler ile hüküm bozulmuş; mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/617 E. sayılı dosyasındaki vaki feragat beyanının, maddi hukuk anlamında haktan feragat mi, yoksa o zaman için davayı takip iradesinden vazgeçmeye mi yönelik olduğu ayrıca eldeki davada davacının Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/617 E. sayılı dosyasındaki beyanından farklı olarak mehir senedinde taahhüt edilen altınların takılmadığına yönelik beyanının ispat hukuku açısından davaya etkisinin ne olacağı noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, işin esasına girilmeden önce, aşağıdaki iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
1) Bozulan ilk karar ve direnme kararının başlığında davalılardan …’ın gösterilmemiş olmasının mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olup olmadığı ilk ön sorun olarak ele alınmıştır.
Hemen belirtmelidir ki, karar başlığında davalılardan …’ın adının yazılmaması mahkemesince düzeltilebilir bir maddi hata niteliğinde bulunmakla esasa etkili görülmeyen bu husus ayrıca bozmaya konu edilmemiş, hataya işaret olunmakla yetinilmiştir (Aynı husus HGK.nun 24.12.2008 gün ve 2008/21-787 E-2008/786 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.).
2) 02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin beşinci fıkrasının “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir”, aynı Yasanın Geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası da “Bu maddeyi ihdas eden Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda bulunan dosyalar, kararına direnilen daireye gönderilir” hükümleri uyarınca dosyanın ilgili dairesine gönderilip gönderilmeyeceği hususu ise ikinci ön sorun olarak ele alınmıştır.
Buna göre eldeki dosyanın 6763 sayılı yasanın yürürlük tarihinden önce 23.11.2016 tarihinde Hukuk Genel Kurulu tarafından gündeme alınarak görüşüldüğü, oylamanın yapıldığı ancak 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 41. maddesi gereğince birinci toplantıda nisap sağlanamadığından ikinci görüşmeye kaldığı, daire sözcüsünün bozma kararının doğru olduğu yönünde görüşlerini açıkladığı anlaşıldığından 6763 sayılı Kanunun ilgili maddeleri gereğince dosyanın Özel Dairesine gönderilmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
İkinci ön soruna ilişkin görüşmeler sırasında 6763 sayılı Yasa gereğince eldeki dosyanın da ilgili dairesine gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle ilk ön sorunun oybirliği, ikinci ön sorunun ise oyçokluğuyla reddi ile işin esasının incelenmesine karar verilmiş; ön sorunlar bu şekilde aşıldıktan sonra, Hukuk Genel Kurulunca işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasının incelenmesinde;
İlk aşamada yukarıda uyuşmazlığın nitelendirildiği paragrafta belirtildiği üzere bir başka dosyadaki feragat beyanının eldeki davaya etkisinin incelenmesi gerekir.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, davanın taraflarından birinin (davacının) netice-i talebinden vazgeçmesidir. Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi (Mülga HUMK. m.79), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir. Ancak bazı istisnai hallerde feragat davayı sona erdirmez (Örn: hizmet tespiti davaları).
Bilindiği gibi feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz (Postacıoğlu,İ.E.:Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6.Bası,İstanbul 1975, s. 479).
Ne var ki, bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması yasa gereğidir. Davadan feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 gün ve E:2005/11-242, K:2005/249; 29.04.2009 gün ve E:2009/13-76, K:2009/120; 29.04.2009 gün ve E:2009/12-112, K:2009/126 sayılı kararlarında da benimsenmiştir (Feragatin açık olmasına ve söylenen sözün özüne bakılmasına dair olan kararlar için ayrıca bknz. Hukuk Genel Kurulu’nun 7.1.1970 gün E:1969/2-681, K:1970/11;13.1.1972 gün ve E:1970/8-773, K:1972/164;1.11.1978 gün ve E:1977/575, K:1978/906 sayılı kararları).
Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 22.05.1987 gün ve E:1986/4, K:1987/5 sayılı kararının gerekçesinde ise yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir.
Öğretide de feragatin açık ve kesin olması gerektiği belirtilmektedir (Belgesay, M. R.: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt:I, İstanbul 1939, s.254; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt:I-II, İstanbul 1997, s.573; Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: IV, İstanbul 2001, s.3593; Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.552-553).
Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra somut olay bakımından; davacının Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/617 E. sayılı dosyasındaki vaki feragat beyanının, maddi hukuk anlamında haktan feragat mi, yoksa o zaman için davayı takip iradesinden vazgeçmeye mi yönelik olduğu hususuna gelince; davacı Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/617 E. sayılı dosyasında eşi … ile tekrar birleştiğinden dolayı açmış olduğu mehir senedinden kaynaklı eşya alacağı davasından feragat ettiğini bildirmiş, dava feragat nedeniyle 28.02.1994 tarihinde reddedilmiştir. Davacının evlilik birliğinin yürütülmesi amacıyla eşi ile tekrar birlikte yaşamaya başlaması nedeniyle davasından vazgeçtiği anlaşılmaktadır. Davacının o zaman ki davranışı genel hayat tecrübelerine uygundur. Zira bir kimsenin kısa süre önce fiilen bozulmuş evliliğini bir taraftan düzeltmeye çalışırken diğer yandan aile birliği içinde sürtüşmeye meydan verecek biçimde eşya davasını yürütmesi beklenemez. Onun için davacının önceki davadan vazgeçmesi maddi hukuk anlamında haktan feragat amacına değil, davasını o zaman için takip etmemeye yöneliktir. Bu nedenle kesin hükmün varlığından söz edilemez.
Bu açıklamalardan sonra ikinci aşama olarak yukarıda uyuşmazlığın nitelendirildiği paragrafta belirtildiği gibi ispat hukukuna yönelik değerlendirmeye gelince:
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun “ispat yükü” başlıklı 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” ifadesine yer verilmiştir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.
Usul hukukumuzda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesi kabul edilmiştir. Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def’i (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, 290′. maddedeki meblağdan az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, senede karşı senetle ispat zorunluluğuna ilişkin kuralın istisnaları da 293. maddede belirtilmiştir.
Bunun yanında, 18.03.1959 gün ve 1959/18 E., 1959/21 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, tanıkla kanıtlama yasağı, yalan tanıklığı önleme ve davada tarafların çıkarlarını koruma amacına yöneliktir. Değeri belli miktarı aşan hukuki işlerin tanıkla kanıtlanması yasağına ilişkin ilkeler, kamu düzeni düşüncesiyle yasaya konulmuş hükümlerden değildir. Yazılı sözleşme ile ya da duruşma tutanağında usulüne uygun olarak belgelendirilmiş beyan ile anlaşılan açık bir muvafakat bulunduğu takdirde sadece belli tanıklar dinlenebilir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde,
Eldeki dava mehir senedinden dolayı ziynet eşyasının aynen iadesi, mümkün olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkin olduğuna göre, konunun ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamalar ışığında ele alınması gerekir.
Davalılar 13.10.2011 günlü celsede senetteki imzaları kabul etmişler, davacı tarafın mehir senedindeki altınların takılmadığına yönelik beyanı karşısında teslim şartının gerçekleşmediğinden dolayı geçerli bir bağış aktinden söz edilemeyeceğini iddia etmişlerdir.
Yukarıda vurgulandığı üzere, senede karşı senetle ispat kuralı gereğince, davalıların davaya konu mehir senedinde yazılı ziynet eşyalarına ilişkin taahhüdü yerine getirdiklerini yazılı delille kanıtlamaları gerekir. Ancak davalılar iddialarını yasal olarak ispatlayacak yazılı bir delil dosyaya sunmamışlardır. Mehir senedinden vazgeçildiğinin ancak aynı kuvvetteki belge ile kanıtlanması gerekir.
O halde, mehir senedinde yazılı ziynet eşyalarına ilişkin taahhüdün yerine getirildiği hususu davalılar tarafından yazılı delille ispatlanamadığından, davacının ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmadığı takdirde bedelinin tahsiline yönelik davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1993/617 E. sayılı dava dosyasında davacının, ziynetlerin davalılarca satılarak harcandığı iddiasında bulunduğu, eldeki davada ise ziynet eşyalarının hiç takılmadığı yönündeki beyanı nedeniyle ispat yükünün yer değiştirerek davacıya geçtiği, davacının iddiasını kanıtlayamadığı gözönünde bulundurularak gerekçesi düzeltilmek suretiyle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca yerel mahkemece, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. ( YHGK 14.12.2016 T, 2014/1403 E., 2016/1922 K.)
Ziynet eşyalarının davacının rızası ile harcanmış olması davalıyı borçtan kurtarmayacağından, mehir senedinde belirtilen ziynetler yönünden davanın kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik yoktur
Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davanın dayanağını teşkil eden mehir senedinde, senetteki ziynet eşyalarının davalı tarafça teslim alındığının belirtildiği bu nedenle davalının ziynet eşyalarının cins ve miktarına itirazının dikkate alınamayacağı, davacının dava dilekçesi ve aşamalardaki anlatımı ile bunların davalı tarafça borç olarak alındığının belirtilmesi karşısında senet içeriği ile davalının teslim aldığı sabit olan ziynet eşyalarını daha sonra davacının zilyetliğine bırakıldığının anlaşıldığı, bu durumda davalı tarafça davacıya iade edilen ziynet eşyaları konusunda davacının daha sonra davalı tarafça borç alınarak bozdurulduğu ve iade edilmediği yönündeki iddiayı ispat külfetinin davacı tarafta olduğu, ancak davalının aşamalarda ziynet eşyalarının davacının rızası ile ihtiyaçlar için harcandığını kabul ettiği, davacının rızası ile harcanmış olmasının davalıyı ancak davacının ziynet eşyalarını bir daha geri istememek üzere verdiğini ispatlamak koşulu ile iade yükümlülüğünden kurtaracağı, davalının bu yönde bir iddiasının da olmadığı, ziynet eşyalarının davacının rızası ile harcanmış olmasının davalıyı borçtan kurtarmayacağı, bu nedenle mehir senedinde belirtilen ziynetler yönünden davanın kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik olmadığı gibi, davacı tarafça götürüldüğü iddia edilen yüzük, küpe ve saat yönünden de bu iddianın davalı tarafça tanık beyanlarıyla ispat edilemediği gibi davacının da bu ziynetleri götürmediğine yemin etmesi karşısında bu ziynetler yönünden de davanın kabulünde isabetsizlik olmadığı, davacının dava dilekçesinde aynen iade, olmadığı takdirde ziynet eşyalarının dava tarihindeki bedellerini talep ettiği, ancak ıslah dilekçesi ile dava tarihindeki bedel talebinden vazgeçilerek fiili ödeme tarihindeki bedelin talep edildiği, fakat infazda tereddüt oluşturacak şekilde fiili ödeme tarihindeki bedele hükmedilememesi ve dava tarihindeki bedel talebinden de vazgeçilmiş olması sebebi ile ziynet eşyalarının aynen iadesine hükmedilmesinde isabetsizlik olmadığı gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesinin (1) inci fıkrasının (b) bendinin (1) inci alt bendi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili temyiz başvuru dilekçesinde özetle; istinaf başvuru dilekçesini tekrarlamakla birlikte, birlikte bozdurup harcadıklarının sabit olduğunu, evden ayrılırken yüzük, küpe ve saati yanında götürdüğünü, düğünde takılan 180 gr. 22 ayar altın ve 70 gr. set olmak üzere toplamda 250 gr. altın evlilik birliği içerisinde taraflarca birlikte harcandığını, diğer kısımların ise takılmadığını, bilirkişi raporunda hesaplanmış miktar fahiş olduğu ve zaten takılmış altın ve takıların tekrar davacı tarafa ödenmesinin haksız kazanç, sebepsiz zenginleşmeye olanak sağlamakta olup açılmış davanın reddi gerektiğini, altınların varlığına ilişkin itirazlarının dikkate alınmadığını ileri sürerek Bölge Adliye Mahkemesi kararının tümü yönünden bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Uyuşmazlık, kadın tarafından açılan ziynet ve kişisel eşya alacağı davasında davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Kanun’un 2 inci, 6 ncı maddesi, 220,222,226 ncı maddeleri ile 6098 sayılı Kanun’un 286 ncı ve devamı maddeleri, 6100 sayılı Kanun’un 190 ıncı, 194 üncü, 369 uncu maddesinin birinci fıkrası, 370 inci maddesi ile 371 inci maddesi.
Bölge Adliye Mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir. (Y 2. HD 29.04.2024 T, 2023/4858 E. , 2024/2971 K.)