Taksirle Öldürme Suçu Mevzuatımızda Nerede Düzenlenmiştir?
Taksirle öldürme suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 85. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metni;
“Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. “şeklindedir.
Suçun Maddi Ve Manevi Unsurları Nelerdir?
Taksirle ölüme neden olma suçunun maddi unsuru kişinin hayatına son vermektir.
Taksirle ölüme neden olma suçunun manevi unsuru TCK m. 85’te açıkça düzenlendiği üzere taksirdir. Kural olarak suç, ancak kastla, işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hâllerde taksirle de işlenebilir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, TCK’nın 22/2. maddesinde; “Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi”şeklinde tanımlanmıştır. Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmakta ve onu kasttan ayırmaktadır. Bu bağlamda bilinçsiz (basit) taksir ve bilinçli taksir kavramlarına da değinmek gerekir:
Bilinçsiz (Basit) Taksir (TCK m 22/2)
Taksir istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Öğretide de benimsendiği üzere Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1-Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2-Hareketin iradi olması,
3-Neticenin iradi olmaması,
4-Hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, “kaza” ya da “tesadüf” olarak adlandırılan bu hâl nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.
Diğer bir anlatımla; taksirle işlenen suçlarda icrai ya da ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmekte olup, iradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de kaza ya da tesadüf söz konusu olacağından, failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkanı olarak açıklanabilecek olup, öngörülebilme imkansız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.
Taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.
Bilinçli Taksir (TCK 22/3)
Öngörülebilirlik, taksiri kaza ve tesadüften ayırdığı gibi, ayrıca bilinçli – bilinçsiz taksir ayrımında da önem arzetmektedir. TCK’nın 22/3. fıkrasında bilinçli taksir; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış ve bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Buna göre, basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hâli, bunu öngörmemiş olan kimsenin hâli ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, neticeyi öngöremeyen faile oranla yaptırımı ağırlaştırılarak cezasının artırılması öngörülmüştür. Özetle, öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması taksirin basit şekli, öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hâli ise bilinçli taksir olarak nitelenecek, neticenin istenmesi hâlinde ise kasıt gündeme gelecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu doktrindeki görüşlerden faydalanarak konuyla ilgili aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, “doğrudan kasıt”, “olası kasıt”, “taksir” ve “bilinçli taksir”e değinilerek, birbirlerinden ayırdedici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir…
…5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Olası kasıtla bilinçli taksiri ayırdetme konusunda doktrinde “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir…Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir” şeklinde görüşler mevcuttur (Bahri Öztürk-Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.).
Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kasıt, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.( YCGK 07/12/2021 T, 2021/126 E., 2021/617 K.)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun başka bir kararı olan 07/07/2009 tarih 2009/9 – 62 – 191 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1. maddesinin (b) bendinde yer alan ”suçun işlenmesinde kullanılan araçlar”, (f) bendinde yer alan “failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı” (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” gerekçelerine dayanılamaz. Zira bu ölçütlerden bahsedilebilmesi için suçun kasten işlenen bir suç olması gereklidir.
Suçun Faili Ve Mağduru Kimlerdir?
Bu suçun faili ve mağduru herkes olabilir. Fail ve mağdur olmak için ek bir nitelik aranmamıştır. TCK m. 22/6’ya göre fail ve mağdur arasındaki yakınlık derecesi ceza tayinini etkiyebilir.
Suçun Takibi Şikayete Bağlı Mıdır?
Suçun takibi bağlı değildir. Bu suç resen soruşturulur ve kovuşturulur.
Suçu Kovuşturmayla Görevli Mahkeme Neresidir?
TCK m. 85/1. maddeye giren yani bir kişinin taksirle öldürülmesi halinde görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir. TCK m. 85/2. maddesine giren hallerde ise görevli mahkemenin belirlenmesi konusunda farklı ihtimalleri değerlendirmek gerekir. Eger birden fazla kişinin ölümüne neden olma söz konusu ise ağır ceza mahkemesi görevlidir. Bir kişinin ölümü ile birlikte bir veya daha fazla kişinin yaralanmasına sebep olunması ve bu yaralamaların da şikayete tabi olmaması halinde suçu kovuşturmaya görevli mahkeme gene ağır ceza mahkemeleridir. Bir kişinin ölümü ile birlikte bir veya daha fazla kişinin yaralanmasına sebep olunması ve bu yaralamaların da şikayete tabi olması halinde mağdurlardan en az birinin şikayetçi olması halinde gene ağır ceza mahkemesi görevli olacaktır.
Suçun Yaptırımı Ve Nitelikli Halleri Nelerdir?
TCK m 85/2’ye göre taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Aynı maddenin 2. fıkrasına göre ise fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
TCK m 22/6’da düzenlenen “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.” hükmü uyarınca fail ve ölen kişi arasındaki ilişki ve failin mağduriyet derecesine göre gerektiğinde indirim uygulanacak ya da ceza dahi verilmeyebilecektir.
Verilen Ceza Paraya Çevrilir Mi?
Taksirle öldürme suçu bilinçli taksirle işlense dahi ve verilen hapis cezasının miktarı ne olursa olsun paraya çevrilebilmektedir. Zira TCK m. 50/4 hükmüne göre taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz. Uygulamada da trafik kazasına karışarak birden çok kişinin ölümüne neden olan fail hakkında dahi verilen hapis cezası netice olarak paraya çevrilebilmektedir.
Netice Olarak Para Cezası Verilirse Taksit İmkanı Var Mıdır?
Verilen adlî para cezası 24 takside bölünebilir. Bu husus hâkimin takdirindedir. Ancak hâkim hiç taksit uygulamasa bile, İnfaz Kanunu gereğince savcılık 3 takside bölmek zorundadır.
Para Cezası Ödenmezse Ne Olur?
Hükmedilen para cezası ödenmezse, hapse çevrilir. Ancak öncesinde kamuya yararlı bir işte çalışma şeklinde infaz edilmesi de mümkündür.
Verilen Cezanın Ertelenmesi veya HAGB İmkanı Var Mıdır?
Verilen hapis cezası 2 yıl veya altında kaldığı takdirde cezanın ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması mümkündür. Örneğin bir kişinin ölümüne sebebiyet verilen trafik kazası sonucunda TCK m. 85 e göre alt sınırdan 2 yıl verilip takdiri indirim uygulanarak ceza 1/6 oranında indirime tâbi tutulduğunda, neticeten verilecek 1 yıl 8 ay hapis cezası ertelenebilecek veya HAGB uygulanabilecektir.
Uzlaşma Mümkün Müdür?
Taksirle öldürme suçu kişinin ölümüyle sonuçlandığından ağır bir suç niteliğinde olduğundan kanun koyucu uzlaşma kapsamında saymamıştır. Taraflar anlaşsa da dava devam eder ve fail cezalandırılır.
Mağdur Taraf Ayrıca Tazminat İsteyebilir Mi?
Taksirle öldürme suçu ceza yargılamasını ilgilendiren ve kamu davası niteliği taşıyan bir suç olup, meydana gelen olay nedeniyle yaşanacak maddî ve manevî zararda, örneğin trafik kazası nedeniyle yaşanacak destekten yoksun kalma ve maddî zarardan dolayı mağdur (ölenin yakınları) tarafından hukuk mahkemesinde tazminat davası açma hakları vardır ve uygulamada her iki mahkemede de davalar açılmakta ve yürümektedir. Ceza davası ayrıdır hukuk davası ayrıdır. Hukuk davası sonuncunda bir miktar tazminata hükmedilir.
Ceza Mahkemesince Verilen Para Cezası Ölenin Yakınlarına mı Verilir?
Hayır. Ceza davası kamu davasıdır ve para cezası verildiğinde sanık/hükümlü para cezasını devlete (hazineye) öder. Bu paranın ölenin yakınları veya kazada yaralananlarla bir ilgisi yoktur. Bu kişiler zararlarını hukuk mahkemelerinde açacakları tazminat davası ile talep edebilirler.
Trafik Kazası Sonucunda Ehliyet Geri Alınır mı?
TCK m. 53/6 hükmüne göre, “belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet halinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir. Yasaklama ve geri alma hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe girer ve süre, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar.” Dolayısıyla, trafik kazası yapan ve kusurlu olduğu için kendisine ceza verilen sürücünün ehliyeti geri alınır. Bunun süresi, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere hâkimin takdir edeceği bir süredir.
Trafik Kazasında Hiç Kusur Yoksa Ceza Alınır mı?
Hayır. Taksirli suçlarda failin cezalandırılması için az da olsa bir kusurunun olması gerekir. Örneğin bir trafik kazasında kusuru yoksa, ceza almaz. Meselâ kırmızı ışıkta dururken arkadan hızla gelen motosiklet kendisine çarpmış ve motosikletli kişi ölmüşse, bu ölümden kırmızı ışıkta duran şoför sorumlu olmaz. Çünkü kusursuzdur.
Bu Suçtan Tutuklama Yapılır mı?
Taksirle öldürme suçu nitelikli bir suç vasfındadır ve uygulamada ölümlü kazaların çok önemli bir kısmında en azından ilk celseye kadar tutuklama tedbirine başvurulmaktadır. Zira deliller toplanmamıştır, karartılma ihtimali vardır. Birden çok kişinin öldüğü veya sanığın alkol, hız, ters yöne girme vs. gibi ağır kusurlu olduğu ve bilinçli taksirin bulunduğu hâllerde sanığın tutukluluk hâli daha uzun sürebilmektedir.
Suçun Tabi Olduğu Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır?
Taksirle ölüme neden olma suçunun dava zamanaşımı süresi 15 yıldır.
Taksirle Öldürme Suçunda Yargıtay Uygulaması
Kaza yapan sanığın durumu yetkili mercilere haber vermemesi ile meydana gelen ölüm arasında illiyet bağı bulunduğunun her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerle ispat edilememesi halinde sanığın ihmali davranışla ölüme sebebiyet vermek suçundan sorumlu tutulmasına yasal olanak yoktur, bu nedenle eylemi bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturur
Başkasının yaşamını korumak bakımından hukuki yükümlülük altında bulunan garantör konumundaki kişi, bu yükümlülüğünü ölüm neticesinin gerçekleşeceğini bilerek yerine getirmezse, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesinden (TCK’nun 83. md.) söz edilecektir. Buna karşılık, … yükümlülüğü altında bulunan kişi, yükümlülüğünü bilinçli bir şekilde ihmal etmekle birlikte, bunu korumakla yükümlü olduğu hayatın sona ereceği bilinciyle kasten yapmamışsa ve fakat bu yükümlülük ihlaline bağlı olarak yine de ölüm neticesi meydana gelmişse taksirle ölüme sebebiyet verme suçu (TCK’nun 85 md) söz konusu olabilecektir. Başkasının hayatını korumak ve gözetmekle yükümlü bulunan kişi, bu yükümlülüğünü dikkatsiz ve özensiz davranışıyla da ihlal edebilir. Örneğin, bir bakıcı kendisine bırakılan küçük bir çocuğun evdeki sehpaların üzerine çıkıp aşağı atlamasını görmesine rağmen diğer işlerini bitirmek için çocukla ilgilenmediği ve gerekli önlemi almadığı takdirde çocuğun düşerek ölmesi hâlinde, ölüm neticesini önleme yükümlülüğü bulunduğundan ve bu yükümlülüğünü özensiz davranışıyla ihlal etmiş olacağından taksirle ölüme neden olmadan dolayı sorumlu tutulacaktır. Bu nedenle, ölüm neticesinin ihmali bir davranışa bağlı olarak meydana geldiği hallerde somut olayın şartları dikkate alınarak, ölüm neticesi bakımından failin kasten mi, yoksa taksirle mi hareket ettiği belirlenmelidir. Bununla birlikte, ölüm neticesinin kasten meydana geldiği hâllerde olası kasıt, taksirle meydana geldiği hallerde ise bilinçli taksir şartlarının oluşup oluşmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, …, 2015, 8.bası,s. 366-390.).
Öte yandan, amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” şeklinde, Latincede ise “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde…sanık ile ölenin, yine sanığın kullandığı motosiklet ile İmampazarı köyünde bulunan kahvehanede kahve içmek üzere yola çıktıkları, …İmampazarı köyü girişindeki Anadere üzerinde bulunan köprüye geldiklerinde sanığın direksiyon hâkimiyetini kaybederek motosikletle köprünün sol tarafındaki korkuluklara çarpması sonucu düştükleri, kısa bir süre sonra sanığın üzerindeki motosikleti kaldırarak birkaç dakika boyunca ölen …’ı aradığı ancak göremediği, yine kamera izleme çözüm ve tespit tutanağına göre saat 16.01’de sanık …’nin ters yöndeki … istikametine doğru motosikletle tek başına daha hızlı bir şekilde giderken görüldüğü, buradan… ilçe merkezine giden sanık …’nin önce oğluna ait birahaneye giderek motosikleti buraya bıraktığı ve sonrasında evine gittiği, evde bulunan eşine motosikletle kaza yaptığını söyleyen sanık …’nin, eşine … …’dan bahsetmediği, tanık…’ın sanığın yaralarına pansuman yaptığı, saat 18.15 sıralarında sanık …’nin … ilçesinde ikamet eden oğlu tanık …’yi aradığı ve torununu özlediğini söyleyerek yanlarına gelmek üzere taksi göndermesini istediği, diğer oğulları…’un işlettiği birahaneye giden sanık … ile eşi tanık…’ın, burada taksiye binerek … ilçesine gittikleri, … ilçesindeki oğulları olan tanık …’nin işlettiği… Lokantası’na giden sanık … ile tanık…’ın burada yemek yedikten sonra tanık …’nin evine gittikleri, tanık …’ye motosikletle kaza yaptığını ve bir daha motosiklete binmeyeceğini söyleyen sanığın, yine … …’dan bahsetmediği, oğlu …’nin evinde bir süre torununu seven sanık …’nin akşam erken saatlerde uyuduğu, ertesi sabah saat 05.00 sıralarında uyanan sanık …’nin eşi tanık… ile oğlu tanık …’yi uyandırarak kaza esnasında yalnız olmadığını, motosikletin arkasında arkadaşı … …’ın da olduğunu, kazadan sonra kendisini göremediğini söylediği, bunun üzerine saat 06.30 sularında sanık … ile oğlu tanık …’nin … Devlet Hastanesine gittikleri, burada başından geçen olayı anlatan sanık …’nin hastaneye gelen jandarma personeline kazadan sonra arkadaşı … …’ı bulamadığını söylediği, kazadan sonra alkol almadığını beyan eden sanığın hastanede yapılan ölçümde 1,33 promil alkollü olduğunun tespit edildiği, olay yeri inceleme ekibince yapılan çalışmalar sonucu ölene ait yüzüğün köprü üzerinde, cep telefonunun ise köprünün altındaki dere kenarında bulunması üzerine, olay yerine çağrılan su altı polis ekibi ile AFAD görevlilerince yapılan çalışmalar ve derede yapılan aramalar sonucu ölen …’a ulaşılamadığı, kaza gününden beri babasını aramakta olan katılan …’ün, 26.03.2016 tarihinde Anadere’nin akış istikameti yönünde, köprüden yaklaşık 4 km uzaklıkta, Kumluk mevkisi olarak bilinen yerde babasına ait cesedi dere içinde kuru dal ve kütük parçalarına takılmış hâlde gördüğü, yapılan otopsi işlemine göre kanında 1,86, göz sıvısında 1,54 promil alkol tespit edilen ve vücudunda motosiklet kazası ile husulü mümkün genel beden travmasına bağlı kafatası ve femur kırığı bulunan …’ün, suda boğulma sonucu öldüğü olayda; aşırı derecede alkollü olduğu anlaşılan sanığın, kendi kusurlu hareketiyle neden olduğu trafik kazası neticesinde kullanmakta olduğu motosikletin arkasında oturan arkadaşı … …’ı görememesi üzerine arkadaşını birkaç dakika aradıktan sonra kimseye haber vermeden evine gittiği ve ertesi sabah kendisine gelip olayı hatırladığında eşi ve oğluna arkadaşı … …’dan bahsedip olaydan yaklaşık 15 saat sonra hastanede jandarmaya bu durumu bildirdiği anlaşılmış ise de, 23.03.2016 tarihli olay yeri inceleme raporu ile 24.03.2016 tarihli tutanakta, köprüden 2,75 metre aşağıda bulunan dere suyunun bulanık ve debi hızının saatte yaklaşık 3,5 km (2 knot) olduğu, sıcaklığı 11 santigrat derece olan suda görüş mesafesinin olmadığı, derinliği 50 ile 180 cm arasında değişen derenin dip yapısının genellikle yumuşak toprak, yer yer de balçık olduğunun belirtildiği, …’ün cesedine olaydan 3 gün sonra, derenin akış istikameti yönünde, köprüden yaklaşık 4 km uzaklıkta ulaşıldığı ve tatlı suda boğularak ölümün 3-4 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleştiği, deredeki suyun miktarı ve debisi de göz önüne alındığında, aşırı derecede alkollü olduğu anlaşılan 71 yaşında, 171 cm boyunda, 67 kg ağırlığında olan … …’ın suya düştükten kısa bir süre sonra ölmüş olması ihtimalinin bulunması, kaza anında hemen ölmediği kabul edilse bile, çarpma sonucunda kafatasında ve femur kemiğinde kırık oluştuğundan bilincini kaybetme ihtimalinin olması, diğer taraftan maktulün cesedinin olay yerinden 4 km uzaklıkta bulunduğu gözetildiğinde, akar suya düşer düşmez sürüklenmesinin doğal olduğu, tüm bu nedenlerden dolayı sanığın yapması gereken icrai davranışta bulunması (yetkili mercilere haber verme) hâlinde dahi neticenin meydana gelmeyeceğinin kabul edilemeyeceği, bu şekilde kendisinin yaratmış olduğu tehlikeli durum nedeniyle meydana gelen ölüm arasında illiyet bağı bulunduğunun, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerle ispat edilemediğinden sanığın ihmali davranışla ölüme sebebiyet vermek suçundan sorumlu tutulmasına yasal olanak bulunmadığı, bu nedenle eyleminin bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. (YCGK 10/02/2022 T, 2021/281 E. , 2022/78 K.)
Basit taksir – bilinçli taksir- olası kast ayrımı kriterleri
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kasıt ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “Olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kasıt, olası kasıt, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit taksir söz konusu olacaktır. ( YCGK 09/09/2021 T., 2021/101 E- 2021/382 K.)
Suça sürüklenen çocuğun eylemini icra ederken tüfeği ölen arkadaşına doğrultarak meydana gelen sonucu öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının bulunmadığı göz önüne alınarak olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekirken bilinçli taksirle öldürmeden mahkum edilmesi bozma nedenidir.
Olay yerinde yapılan keşif, dinlenen tanıkların olay öncesi SSÇ ye yönelik “Silahın dolu olduğu ve silahı kimseye doğrultma yönünde ki” ihtar ve hatırlatmaları yaptığı ancak SSÇ’nin bu uyarıları ısrarla dikkate almadığı, tanık ….’ın gerek soruşturma ve gerek yargılama aşamasında ki beyanlarında; ölen çocuğun SSÇ’ye defalarca “Yapma” diyerek engel olmaya çalıştığının sabit olduğu ancak SSÇ’nin tüfeği ateş ettiği anda maktülün öleceğini öngörmesine rağmen eylemine devam ettiği, yapılan atışın yakın mesafeden yapıldığı, suça sürüklenen çocuğun eylemini icra ederken tüfeği ölen arkadaşına doğrultarak meydana gelen sonucu öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının bulunmadığının, bilakis suça sürüklenen çocuğun tüm bu kural ihlallerini gerçekleştirirken muhtemel neticeye kayıtsız kalarak kabullendiğinin anlaşıldığı, bu suretle suça sürüklenen çocuğun eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde suça sürüklenen çocuğun bilinçli taksirle öldürme suçundan mahkumiyetine karar verilmesi bozma nedenidir. (Y 12. CD, 15/11/2022 T, 2022/5953 E., 2022/8550 K.)
Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde ‘’failin kasta dayalı kusuru’’ ile ‘’amaç ve saik ‘’ gerekçesine dayanılamayacağının gözetilmemesi bozma nedenidir.
Sanık hakkında verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında esas tam gün sayısının 605 yerine 600 gün hesaplanması suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Olay günü saat 07.25 sıralarında sanığın sevk ve idaresindeki minibüs ile meskun mahalde, yol yapım çalışması nedeniyle gidiş istikameti trafiğe kapalı, diğer istikametin iki yönlü kullanıldığı, düz, eğimsiz, kuru, stabilize mıcır ile kaplı yolda seyir halindeyken direksiyon hakimiyetini kaybedip solundaki trafiğe kapalı yola savrularak toprak yığınına çarptığı, akabinde toprak yığınına 3 metre uzaklıktaki menfez çukuruna düştüğü, kaza nedeniyle aracında sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’nın öldüğü, kazanın meydana gelmesinde sanığın asli kusurlu olduğu tespit edilen olayda;Bozmaya uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde ‘’failin kasta dayalı kusuru’’ ile ‘’amaç ve saik ‘’ gerekçesine dayanılamayacağının gözetilmemesi bozma nedenidir. ( Y12. CD, 02/11/2022, 2022/5459 E., 2022/7982 K.)
Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, suçun işleniş biçimi ile meydana gelen tehlikenin ağırlığı nazara alınmalıdır.
Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failinkusuru, suçun işleniş biçimi ile meydana gelen tehlikenin ağırlığı nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, bir kişinin ölümü, kesin raporu olmamakla birlikte geçici raporuna göre hayati tehlike geçirecek şekilde katılan Hilalin yaralanmasına sebebiyet verdiği anlaşılan sanık hakkında asgari hadden çok fazla uzaklaşılarak ceza tayin edildiği değerlendirilmiştir. 30.10. 2010 tarihinde saat 16.15 sıralarında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içersinde kalan dört yönlü dönel kavşakta meydana gelen kazanın hemen akabinde tanzim edilen kaza tespit tutanağında, kazaya karışan hakkında TCK 22/6 uygulanan katılan sanık …’ya 2918 sayılı KTK’nın 84 maddesinde asli kusur sayılan “kavşaklarda geçiş önceliğine uymama” kuralını ihlal ettğinden asli kusur, kazaya karışan kamyon sürücüsü sanık …’ın ise ” kavşaklara yaklaşırken hızını azaltmama” kuralını ihlal ettiğinden tali kusur, yol yapım çalışmasına dair bir işaretlemenin bulunmamasına da kusur atfedildiği anlaşılmıştır. Hükme esas alınan Adil Tıp Kurumu Trafik ihtisas Dairesinin 02.03.2015 tarih ve 2015/1418/538 sayılı raporunda katılan sanık …’ya atfedilen 2918 sayılı KTK’nuna göre aslu kusur sayılan “kavşaklarda geçiş önceliğine uymama” eylemi dikkat ve özen yükümlülüğüne uymama olarak nitelendirme ile tali kusura, yolun yapım, bakım ve denetlenmesinden sorumlu sanık …’a atfedilen kusur da yeterli gerekçe gösterilmeden ve irdelenmeden asli kusura dönüştürülmüştür. Böylelikle ölümlü ve birden fazla kişinin yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasının oluşumuna doğrudan etkili olan yukarıda açıklanan kusurlu eylemlerden sorumlu katılan sanık … hakkında şahsi cezasızlık nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına, sanık …’ın ise atfedilen tali kusuru nedeniyle hakkında hükmolunan 1 yıl 8 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilirken, kazanın oluşumunda dolaylı, ihmali, kollektif, kurumsal, idari tahkikat yapılması halinde bağlı birimde kendisinden başaka birden fazla kamu görevlisinin de muhtemel ihmali sorumluluklarının tamamının ve sanıklar … ve …’a yüklenen doğrudan etkili olan kusurlu eylemlerin sonucunu, anılan kavşağın yapımından sorumlu gösterilen büyükşehir belediyesinin fen işlerinde mühendis olarak görevli sanık …’a yüklenmesi neticesini doğurur şekilde asli kusurlu sayılarak dört yıl iki ay hapis cezasına hükmedilmesi hak ve nesafet duygusunu zedeler mahiyette değerlendirilmiştir. Dosya kapsamına göre suça konu kavşağın inşaası sırasında trafik akışının yönlendirilmesi ile ilgili kusurlu eylemlerin bulunduğunun anlaşılması karşısında, inşaadan sorumlu sanığın uzmanlık gerektiren trafik yönlendirmesine ve işaretlendirilmesinden kaynaklı kusurlu eylemlerin sonucunun da fazladan yüklenmesine neden olacağı düşünülmüştür. Açıklanan gerekçeler ile sanık …’ a atfedilen kusurlu eylemlerin tali kusur addedilerek işlenen fiilin ağırlığı ile orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerektiği kanaati hasıl olmuştur. (Y12. CD, 01/03/2022 T, 2022/1259 E., 2022/1542 K.)
Kamyona yüklediği taşların düşmemesi için üzerini kapatmayarak taşıt trafiğini tehlikeye düşüren ve seyir sırasında aracından düşen taşın ölen yayaya çarparak olayın meydanda gelmesine sebebiyet veren sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabulü gerekir.
Sanığın, 5237 sayılı TCY’nın 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık, bilinçli taksir halinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
İnceleme konusu olayda;
Karadeniz sahil yolu inşaatında kullanılmak üzere .. İlçesi … Beldesinde bulunan taş ocağından yüklediği paso tabir edilen dolgu malzemesini belirtilen yere götürmek için… plakalı kamyonla yola çıkan sanığın, olay günü saat 08.00-08.30 sıralarında Eynesil İlçesinden geçtiği sırada, üzeri branda ile örtülü olmayan ve kasa yüksekliğini geçecek şekilde yüklenmiş olan kamyonun kasasından fırlayan 40×30 cm. ebatlarında bir taşın, önce karayoluna düşüp, buradan sekerek yol kenarında yayalara ayrılan bölümde yürümekte olan A. K..’a çarparak ölümüne neden olduğu, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden alınan 25.01.2006 tarihli bilirkişi raporunda; sevk ve idaresindeki kamyona yüklediği taşların düşmemesi için üzerini kapatmayarak taşıt trafiğini tehlikeye düşüren ve seyir sırasında aracından düşen taşın ölen yayaya çarparak olayın meydanda gelmesine sebebiyet veren sanık A. U..’nun olayda kusurlu, yol kenarında yürümekte olan ölen A. K..’ın ise kusursuz olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için taksir ve bilinçli taksir kavramlarının incelenerek karşılaştırılması gerekir.
İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCY’nın 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere, birçok kararında da vurgulandığı üzere, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Bilinçli taksir ise 5237 sayılı TCY’nın 22/3. maddesinde, “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” olarak tanımlanmıştır. Taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Ayrıca, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 65/l-c maddesinde “Karayolu yapısı ve kapasitesi ile trafik güvenliği bakımından tehlikeli olabilecek tarzda yükleme yapılması”, aynı Yasanın 65/l-g maddesinde ise “Yükün karayoluna değecek, düşecek, dökülecek, saçılacak, sızacak, akacak, kayacak, gürültü çıkaracak şekilde yüklenmesi” yasaklanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
Sanık sürücünün, Karadeniz sahil yolu inşaatında kullanılmak üzere, sevk ve idaresinde bulunan …….K 3467 plakalı araca yüklettiği dolgu malzemelerinden, 40×30 cm. ebatlarında bir taşın, önce karayoluna düşüp buradan sekerek yol kenarında yayalara ayrılan bölümde yürümekte olan A.K..’a çarparak ölümüne neden olması biçiminde gelişen olayda, Karayolları Trafik Yasasının 65. maddesinin l. fıkrasının (c) ve (g) bentlerinde belirtilen düzenlemeye aykırı olarak, kamyon kasasını aşacak şekilde dolgu malzemesi yükletilip, bu yükün üzeri branda çekilerek kapatılmadan ve başkaca tedbir de alınmadan şehirlerarası yola çıkılması halinde, normal yaşam koşulları gereği, sarsıntının da etkisiyle kamyondaki taşların düşebileceğinin ve başka araçlara ya da olayımızda olduğu gibi yol kenarında yürümekte olan insanlara çarparak, yaralanma ve ölümlere yol açabileceğinin kamyon sürücüsü sanık tarafından da öngörülmesi gereken bir husus olduğu, buna rağmen sözü edilen hatalı taşıma yönteminin zaman ve emekten tasarruf sağlaması ve bu yöntemle ilgili geçmiş deneyimlerinin şanslı sonuçlanması gibi nedenlerle, sanığın bu riski göze aldığı anlaşıldığından, sanığın meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCY’nın 22/3. maddesi kapsamında öngördüğünün, ancak istemediğinin, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bulunduğunun kabulü gerekir. ( YCGK 06/10/2009 T, 2009/9-189 E., 2009/220 K.)
Taksirle öldürme suçları hemen her gün ülkemizin çeşitli yerlerinde yaşanan olaylardandır ve savcılık ve ceza mahkemelerindeki dosyaların önemli bir kısmı bu dosyaları oluşturmaktadır. Özellikle trafik kazaları ve iş kazaları sonucu ölümler insan nüfusunun artması nedeniyle gittikçe artmaktadır. Ölümün gerçekleşme şekli ve niteliği ile toplanacak deliller konusu ve özellikle kusur durumu karmaşık ve teknik bir konu olduğundan, bu hususta hukukî yardım alınması sağlıklı olacaktır. Hukukî destek ve yardıma OR Hukuk ve Danışmanlık olarak hazırız.