Muvazaa Nedir?

Muvazaa kavramı, tarafların yaptığı sözleşmenin hiç sonuç doğurmamasını ya da görünürdeki sözleşmeden başka bir sözleşmenin hükümlerini doğurması hususunda anlaşmalarını ifade eder. Muvazaa, en basit tanımıyla, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.02.2005 gün 2005/1-19 E., 2005/42 K.; 16.6.2010 gün, 2010/1-281 E., 2010/323 K.sayılı ilamları).

Muvazaada, daima görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile, bu işlemin aralarında geçerli olmadığına ilişkin bir muvazaa anlaşması mevcuttur. Bazı durumlarda, buna ek olarak, tarafların gerçek iradelerine uygun olan (tarafların gerçekte istedikleri), ancak, çeşitli nedenlerle görünen işlemin arkasına sakladıkları bir gizli işlem daha bulunur. Taraflar arasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığına göre bakılarak, muvazaanın iki türünden söz edilir. ( YHGK  26.09.2012 T, 2012/14-422 E.,  2012/618 K.). Bunlardan ilki, tarafların, kendi aralarında geçerli herhangi bir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, salt üçüncü kişilere, aralarında bir hukuki işlem varmış gibi görünmek için işlem yapmaları hali olup, bu halde  mutlak (basit) muvazaa söz konusu olur. Mutlak muvazaa halinde sözleşme hüküm doğurmaz.

Diğeri ise, nispi (mevsuf, nitelikli) muvazaa olup, sözleşmenin niteliğinde, konusunda, şartlarında ya da tarafların şahsında ortaya çıkabilir. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradesine uygun bulunmadığından, her koşulda geçersizdir. Gizli işlem ise, yasanın o işlem için öngördüğü şekil şartına ve ayrıca herhangi bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için aradığı genel geçerlilik şartlarına uygun bulunduğu takdirde geçerli olabilecektir.

Hangi Durumlar Muvazaa Olarak Kabul Edilir?

Muvazaa çeşitli hukuksal ilişkilerde karşımıza çıkabilmektedir. Uygulamada en sık karşılaşılan muvazaa türleri şunlardı;

  • Muris muvazaası ( miras bırakanın, mirasçısını miras hakkından mahrum bırakmak için gerçekte karşılıksız olarak yaptığı kazandırmaları, satış yahut ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak göstermesi)
  • Asıl işveren- alt işveren ilişkisinin muvazaalı olarak kurulması ( asıl işverenin sahibi olduğu işverenliğin, işçi haklarının kısıtlanması amacıyla alt işveren gibi gösterilmesi)
  • Boşanmada muvazaalı mal kaçırma işlemleri ( eşin gerçek amacı diğer eşten mal kaçırmakken, hukuki işlemin tarafıyla anlaşarak malın satış gibi gösterilmesi)
  • Alacaklıdan mal kaçırma amaçlı muvazaalı işlemler (borçluların, mevcut malvarlıklarına haciz konulmasının önüne geçmek amacıyla malvarlıklarını satış gibi göstererek muvazaalı olarak devretmeleri)
  • Muvazaalı evlilik ( Evlenmenin, alışılmış ve normal görülen hukukî ve toplumsal sonuçları dışındaki amaçlara ulaşmak için yapılması)

Muvazaa Tespit Edilirse Sözleşmenin Akıbeti Ne Olur?

Mutlak muvazaalı sözleşme, muvazaa nedeniyle sonuç doğurmayacaktır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 19. maddesi gereğince tarafların gerçek iradeleri dikkate alınacaktır. Muvazaalı sözleşme hem taraflar hem de üçüncü kişiler için hükümsüzdür. Bu hükümsüzlük hem üçüncü kişilere karşı hem de üçüncü kişiler tarafından ileri sürülebilir.

Nispi muvazaa halinde, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradesine uygun bulunmadığından, her koşulda geçersizdir. Gizli işlem ise, yasanın o işlem için öngördüğü şekil şartına ve ayrıca herhangi bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için aradığı genel geçerlilik şartlarına uygun bulunduğu takdirde geçerli olabilecektir.

Tapu İptali Ve Tescil Davalarında Muvazaa Nasıl İspat Edilir?

Tapu iptali ve tescil davalarında muvazaanın taraflarının belirlenmesi ispat açısından önemlidir. Taşınmaz devri sözleşmeleri yazılı ve resmi şekilde gerçekleştirildiğinden taraflar arasındaki muvazaanın ispatlanması da yazılı delil gerektirir.

Tapulu taşınmazların devri şekle bağlıdır. Görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değilse de ispatı ancak yazılı delil ile mümkündür (YİBK 5.2.1947 gün, 1945/20 E.-1947/6 K.). Ancak muvazaanın tarafı olmayan üçüncü kişinin muvazaa iddiasını her türlü delille ispatlayabilmesi mümkündür.

Muvazaa Davaları Ne Kadar Sürer, Hangi Mahkemede Açılır?

Muvazaa davalarında genel olarak asliye hukuk mahkemeleri görevlidir. Dava konusuna iş, aile, icra ya da asliye ticaret mahkemeleri de görevli olabilir.

Uygulamada en çok karşılaşılan muvazaa türü muris muvazaasıdır. Muris muvazaası, mirastan mal kaçırmak için yapılır. Burada miras bırakan, mirasçısını miras hakkından mahrum bırakmak için gerçekte karşılıksız olarak yaptığı kazandırmaları, satış yahut ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak gösterir. Muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescili davaları dava konusu taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesinde açılır.

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğuna dair davalarda görevli mahkeme iş mahkemeleridir.

Eşler arasındaki muvazaalı mal kaçırma davalarında aile mahkemeleri görevlidir.

Muvazaa Halinde Noter Onaylı Belge Geçerli Sayılır Mı?

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 203/1-d maddesinde “Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları” nın tanık delili ile ispatlanabileceği kabul edilmiştir. Buna göre muvazaa iddiasında bulunan kişiler bu iddialarını her türlü delille ispatlayabilecektir. Bu nedenle noter onaylı belge dahi olsa muvazaalı olarak düzenlenmişse bu durum her türlü delille ispatlanabilecek hükümsüz sayılabilecektir.

MUVAZAA KONUSUNDA YARGITAY UYGULAMASI

Mahkemenin, asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığı iddiası halinde davacının muvazaa iddiasını usulüne göre kendiliğinden araştırıp incelemesi ve çıkacak sonuca göre bir karar vermesi gerekir

Taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanıp dayanmadığı ve bunun işçilik haklarına etkileri noktasında toplanmaktadır.

Alt işveren; bir işyerinde yürütülen mal ve hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde veya yardımcı işlerde, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren alanlarda iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini, sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımlamalara göre asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir.

Alt işverene yardımcı işin verilmesinde bir sınırlama olmasa da, asıl işin bir bölümünün teknolojik uzmanlık gerektirmesi zorunludur. 4857 sayılı Kanununun 2. maddesinde, asıl işveren alt işveren ilişkisinin sınırlandırılması yönünde kanun koyucunun amacından da yola çıkılarak, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilmesinde “işletmenin ve işin gereği” ile “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütünün bir arada bulunması şarttır. Kanununun 2. maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu gerekliliği ortaya koymaktadır. Alt İşverenlik Yönetmeliğinin 11. maddesinde de yukarıdaki anlatımlara paralel biçimde, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilebilmesi için “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi” şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği belirtilmiştir.

İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek amacıyla 4857 sayılı Kanununun 2. maddesinde bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir. Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, kendi gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesini arzu etmedikleri, görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Muvazaada, taraflar arasında üçüncü kişileri aldatma kastı bulunmakta ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaa genel ispat kuralları ile ispat edilebilir. Bundan başka İş Kanununun 2’nci maddesinin yedinci fıkrasında sözü edilen hususların, aksi kanıtlanabilen adi kanunî karineler olduğu kabul edilmelidir.

Somut olayda, davalının hizmet alım ihalesinin muvazaaya dayandığı yönündeki tespit nedeniyle taşeron işçisi olan davacının da ilave tediye alacağına hak kazandığı mahkemece kabul edilmiş ise de bu kabul hatalıdır.

Davalı işverenin BÇM‘nin 09.01.2009 tarihli raporunda … Tıp Ltd. Şti-İlmero Ltd. Şti arasında imzalanan malzemeli temizlik işçiliği konulu 01.11.2008-01.11.2011 tarihleri arasında geçerli sözleşmenin ve yine BÇM’nin 7.6.2010 tarihli raporunda … İnşaat Tur. Tem. San. Ltd. Şti arasında imzalanan malzemeli temizlik işçiliği konulu 1.1.2010-31.12.2010 tarihleri arasında geçerli sözleşmenin muvazaaya dayandığı tespitinde bulunmuştur. Ancak davacının 01.01.2011 tarihinde ilk işe girdiği … İlaçlama, Sağlık Hizmetleri İnş. Elek. … Ürün. Bil. Temiz. Hiz. İns. Kay. Ltd. Şti. ile yapılan hizmet alım sözleşmeleri hakkında BÇM tarafından verilmiş bir muvazaa tespiti veya mahkeme kararı bulunmamaktadır. Davacının da muvazaa tespiti yapılan dönemlerde, tespit kararı verilen alt işveren nezdinde çalışması da bulunmamaktadır. Bu durumda, davalı Kurumun başka alt işverenleri yönünden verilmiş muvazaa tespiti ve buna dair mahkeme kararlarının, … İlaçlama, Sağlık Hizmetleri İnş. Elek. Gıda Ürün. Bil. Temiz. Hiz. İns. Kay. Ltd. Şti. yönünden de varlığını doğrudan kabul etmek ve başka şirketler hakkındaki muvazaa tespitini bu alt işverene de genişletmek hukuki bir uygulama değildir. Verilen muvazaa kararları … İlaçlama, Sağlık Hizmetleri İnş. Elek. Gıda Ürün. Bil. Temiz. Hiz. İnsan Kay. Ltd. Şti. yönünden bağlayıcı değildir. Bu nedenle mahkemenin davacının muvazaa iddiasını usulüne göre kendiliğinden araştırıp incelemesi ve çıkacak sonuca göre bir karar vermesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.

Yapılacak iş, davacının ilk işe girişinden bu yana, yani 2011 ve sonrasında yapılan tüm hizmet alım sözleşmelerinin teknik şartnameleri ile birlikte davalı kurumdan istenilerek, davacının hizmet alımının hangi iş için yapıldığı, davacının bu alım dışında bir iş yapıp yapmadığı detaylı bir şekilde araştırmak ve 4857 sayılı Yasanın 2.maddesi göz önünde tutularak alt-asıl işveren ilişkisinin muvazaaya dayanıp dayanmadığını tespit etmek çıkacak sonuca göre bir karar vermektir. Bunun için gerekirse davacının yaptığı işi belgeleyen imza föyleri, varsa nöbet çizelgeleri gibi evrakların getirilerek davacı, eğer alındığı işi yapıyorsa davanın reddine, ancak hizmet alım sözleşmesindeki iş dışında başka bir iş yapıyorsa muvazaanın varlığı kabul edilerek davanın kabulüne karar vermektedir. ( Y 7. HD 08.12.2014 2014/19572 E.,  2014/22206 K.)

BK’nun 19. maddesine göre muvazaa nedeniyle açılan iptal davalarında hak düşürücü zamanaşımı süresi uygulanmaz ve İİK’nın 277 vd.maddelerine göre açılan iptal davalarında aranılan aciz belgesi muvazaaya dayanan iptal davalarında aranmaz

Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre davanın niteliği itibarıyla TBK’nın 19.maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davası olduğu anlaşılmaktadır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK’nin 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılırken, muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. 3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK’nun 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK’nin 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK’nın 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.

BK’nun 19. maddesine göre muvazaa nedeniyle açılan iptal davalarında hak düşürücü zamanaşımı süresi uygulanmaz ve İİK’nın 277 vd.maddelerine göre açılan iptal davalarında aranılan aciz belgesi muvazaaya dayanan iptal davalarında aranmaz.

Davacı vekili dava dilekçesinde açıkça muvazaa hukuksal nedenine dayandığından ve hak düşürücü süre eldeki davada uygulanmayacağından, davanın TBK’nin 19.maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davanın tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilerek hak düşürücü süre nedeniyle davanın red edilmesi isabetli görülmemiştir. ( Y 17. HD 26/02/2020 T,  2018/2470 E.,  2020/2138 K.)

Davacı tarafın, resmi satış senedindeki bedelde muvazaa yapıldığı ve bedelin daha yüksek olduğu iddiasını ancak yazılı delille kanıtlaması mümkündür

Dava, satış bedelinin ödenmediği iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı taktirde bedel istemine ilişkindir.

Mahkemece, iddianın kanıtlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının çekişme konusu 288 parsel sayılı taşınmazdaki payının bir kısmını resmi satış senedi ile 12/08/2010 tarihinde 250.00.-TL bedelle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Davacı satış işlemleri sırasında bir bedel konuşulmadığını ve davalınında bir bedel ödemediğini iddia etmiş, isticvap edilen davalı ise zor durumda kalan davacının taşınmazı satın almasını istemesi üzerine 10.000.00.-TL ödeyerek aldığını beyan etmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 706. maddesine göre, taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması resmi şekilde düzenlenmiş olmalarına bağlıdır. Taşınmaz mülkiyetini devir borcunu doğuran sözleşmenin esaslı noktalarının resmi şekilde düzenlenmiş olması ve taşınmaz mülkiyetini devir borcunun ve buna karşılık diğer tarafın borçlandığı bütün edimlerin resmi şekilde düzenlenen senette yer alması gereklidir.(Oğuzman K., Seliçi Ö., Özdemir S.O., Eşya Hukuku, İstanbul, 2009, s. 297 vd.)

Özellikle taşınmaz satış bedeli resmi sözleşmede doğru olarak gösterilmelidir. Bir satış sözleşmesindeki gerçek satış bedelinin resmi senette daha düşük veya daha yüksek gösterilmiş olması; böylece satış bedelinin doğru gösterilmemesi halinde hangi bedelin dikkate alınacağı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada gerçek bedel senede yansıtılmamış olmakla, bu özelliği itibariyle, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de muvazaa hükümlerinden faydalanılması gereklidir.

Bilindiği üzere, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek durumu gizleyerek, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa; bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir.(HGK’nun, 09.02.2005 gün 2005/1-19 E., 2005/42 K., HGK’nun 16.6.2010 gün, 2010/1-281 E., 2010/323 K.)

Muvazaada, daima görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile, bu işlemin aralarında geçerli olmadığına ilişkin bir muvazaa anlaşması mevcuttur. Bazı durumlarda, bu ikisine ek olarak, tarafların gerçek iradelerine uygun olan (tarafların gerçekte istedikleri), ancak, çeşitli nedenlerle görünen işlemin arkasına sakladıkları bir gizli işlem daha bulunur. Taraflar arasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığına göre bakılarak, muvazaanın iki türünden söz edilir:

Tarafların, kendi aralarında geçerli herhangi bir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, salt üçüncü kişilere, aralarında bir hukuki işlem varmış gibi görünmek için işlem yapmaları halinde mutlak (basit) muvazaa söz konusu olur.

Buna karşılık; nispi (mevsuf) muvazaada, taraflar arasında gerçek iradelerine uygun bir hukuki işlem bulunmakla birlikte, bu işlem, kendi iradelerine uymayan, dışa karşı yapılmış bir başka hukuki işlemle gizlenir.

Bu muvazaa türü; bir sözleşmenin; niteliğinde, taraflarının şahsında, konusunda ve koşullarında söz konusu olabilir.

Bir sözleşmenin konusunda ve koşullarında muvazaa halinde, görünüşteki hukuki işlem tarafların gerçek iradelerine uygundur. Ancak, görünüşteki işlemin bazı şartları ve konusunun belli bir bölümü, aralarındaki gizli işlemden farklı düzenlenmiştir. Bu muvazaa da taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını değiştirirken sözleşmenin tamamı, yani, niteliği değil, bazı koşulları gizli sözleşmeye uymaz. Örneğin daha az miktarda vergi ödemek için, taşınmazın tapudaki satış değerinin düşük gösterilmesi, şufa hakkının kullanılmasını önlemek kullandığı takdirde fazla kazanç elde etmek maksadıyla görünüşteki (resmi) sözleşmede satış bedelinin fazla gösterilmesinde bu tür bir muvazaa vardır.

Açıklandığı üzere taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde (vasfında) da anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir. Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir. Muvazaa,sözleşmesinin tamamında değil bir bölümünde (bir unsurunda)dır. (Özkaya E., İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, 2011, s.173 ).

Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz. Yazılı veya sözlü yapılabilir. Görünüşteki sözleşme şekle bağlı olsa dahi muvazaa sözleşmesinin yazılı veya resmi şekilde yapılması gerekmez. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın yazılı delil ile ispat edilmesi kuralı muvazaa sözleşmesinin yazılı olmasının geçerliliği için değil ispat edilebilmesi için aranan bir kuraldır(YİBK 5.2.1947 gün, 1945/20 E.,1947/6 K.).

Görünüşteki yazılı bir sözleşmenin aksini iddia eden tarafın Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 200 vd. ve Türk Borçlar Kanunu’nun 12. maddeleri uyarınca iddiasını yazılı delil ile ispat etmesi zorunludur. Muvazaa sözleşmesi görünüşteki sözleşmeyi değiştirdiğine veya hükümsüz kıldığına göre ispat gücü kazanabilmesi için yazılı olması değinilen kanunların açık hükümleri gereğidir. Örneğin, tapulu taşınmazların devri şekle bağlıdır. Görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değilse de ispatı ancak yazılı delil ile mümkündür(YİBK 5.2.1947 gün, 1945/20 E.-1947/6 K.).

Tarafların tapu satış senedinde bedeli az göstermeleri bilindiği üzere az vergi ödemek amacıyla yapılan bir işlem olup taraflar arasındaki sözleşmenin geçersiz olmasına neden olmayacaktır. Tarafların satış sözleşmesini yapmayı ciddi olarak istedikleri ve muvazaanın sözleşmenin tamamında değil bir kısmında gerçekleştiği anlaşıldığına göre davacı tarafın tapu iptal ve tescil isteminin yerinde olmadığı aşikardır.

Yukarıda izah edildiği üzere tapulu taşınmazların devri şekle bağlı ise de görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değildir; ancak, ispatı yazılı delil ile mümkün olacaktır. Buna göre davacı tarafın, resmi satış senedindeki bedelde muvazaa yapıldığı ve bedelin daha yüksek olduğu iddiasını ancak yazılı delille kanıtlaması mümkündür. Ancak satışın bedelsiz olduğuna yönelik iddiasının, aksini ispata elverişli herhangi bir delil gösteremediğinden resmi satış senedi karşısında bu tür bir iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan davalı, 03.05.2012 ve 04.06.2013 tarihli celselerde alınan beyanında 10.000.00-TL satış bedelini ödediğini beyan etmekle temlik bedelinin 250.00-TL olmayıp 10.000.00-TL olduğunu ikrar ettiğinden artık satış bedeli olan 10.000.00-TL’nin ödendiğini ispat külfeti davalıya geçmiştir. Davalı bu bedelden 250.00-TL’sını ödediğini resmi satış akdi ile kanıtladığından bakiye 9.750.00-TL’nı ödediğini de HMK’nun 200 vd. maddeleri uyarınca kanıtlaması gerekir.

Buna karşılık, davalı tarafından ibraz edilen 12/08/2010 tarihli “gayrimenkullerimizi sattığımıza dair” başlıklı belgede davacının, 155, 288, 812 ve 813 parsellerdeki hak ve hisselerinin tamamını kendi rızası ile C.. K.. ve Ferdane Köse’ye sattığı, hak ve alacağının tamamını peşin ve defaten aldığı, bir alacağı kalmadığı ifade edildiğinden belgenin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Bu durumda anılan belge içeriğine göre davalının, davacıya tüm borcunu ödediği anlaşılmaktadır.

Ne varki, davacı anılan belgeye yönelik imza inkarı ve sahtecilik iddiasında bulunmuştur. O halde imza inkarı ve sahtecilik iddialarının HMK’nun 164. maddesi gereğince ön sorun olarak değerlendirilerek çözüme kavuşturulması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. ( Y 1. HD 31.03.2014 T,  2013/18950 E.,  2014/6764 K.)

Aile konutunun muvazaalı olarak satışı nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında boşanma davasının sonucu beklenmelidir

Dava, muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, müvekkili ile davalı …’nın evli olduklarını, davalının aile konutu olarak kullanılan … Mah., …mevkii 800 ada 7 parsel sayılı taşınmazı müvekkilinin haberi olmadan 05/04/2012 tarihinde davalı …’e düşük bir bedelle sattığını, yine …’in de taşınmazı 24/04/2012 tarihinde diğer davalı …’e düşük bir bedelle sattığını, yapılan satış işlemlerinin muvazaalı olduğunu belirterek muvazaa nedeniyle tapunun iptaline taşınmazın davalı … adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.Mahkemece, dava konusu taşınmazın kötüniyetli ve muvazaalı olarak devrediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Dava konusu olaya gelince; dava TBK’nın 19.maddesine dayalı olarak açılmıştır. Davacı ile davalı … arasında …1 AHM’de 2012/370 E sayılı dosyası üzerinden açılan boşanma davasının karar tarihi itibariyle devam ettiği anlaşılmaktadır.

Şu halde, mahkemece, anılan boşanma davasının sonucu beklenerek, bu dava sonunda davacının bir alacağı olmadığının anlaşılması halinde davanın hukuki yarar yokluğundan reddine, aksi durumda yani bir alacağın var olması halinde ise boşanma dosyası da değerlendirilmek suretiyle davalılar arasındaki akrabalık ve tanışıklık da göz önünde tutularak TBK’nun 19.maddesine göre muvazaa olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği irdelendikten sonra, muvazaanın ispatı durumunda davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı ve eksik değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması gerekmiştir. ( Y 4. HD 24/11/2020 T, 2020/921 E.,  2020/4133 K.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi çekebilecek makaleler