Edit Content
KURUMSAL
FAALİYET ALANLARI
MEDYA

İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu (TCK m. 184)

İmar kirliliğine neden olma suçu topluma ve çevreye karşı işlenen suçlardandır. Özellikle büyük şehirlerde ruhsatsız yapıların inşa edilmesi, yapıların ruhsata aykırı olarak yapılması veya değiştirilmesi büyük bir sorun oluşturmaktadır. Bu tür yapılar hem şehrin düzenini bozmakta hem de buralarda yaşayan kişilerin yaşamı için tehlike arz etmektedir. İmar kirliliği nedeniyle oluşan sorunların artması  sebebiyle kanun koyucu imar kirliliği suçunu ihdas ederek bu sorunların önüne geçmeyi amaçlamıştır.

Çevreye karşı suçlar Avrupa Birliği Hukukuna uyum politikaları sonucunda ceza kanunumuzda yer almıştır.

İmar kirliliğine neden olma suçu ile korunan hukuki yarar çevrenin korunması, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkıdır.

İmar kirliliği suçu 5237 sayılı TCK’nın 184. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metni aşağıdaki şekildedir;

“İmar kirliliğine neden olma

Madde 184- (1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

(6) (Ek: 29/6/2005 – 5377/21 md.) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.”

Madde gerekçesi şu şekildedir “Madde metninde imar mevzuatında belirlenen usul ve koşullara aykırı olarak inşa faaliyetinde bulunmak, suç olarak tanımlanmış­tır.

Birinci fıkradaki suç, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmakla oluşur. Böylece, sadece binayı inşa eden yüklenici, taşeron, usta veya kalfa değil; inşaatın sahibi de, bu suçtan dolayı fail olarak sorumlu tutulacaktır. Ayrıca, bu tür inşa faaliyetlerine kontrol ve denetim hizmeti veren teknik kişiler de bu suçtan dolayı fail sıfa­tıyla cezalandırılacaktır.

İkinci fıkrada; yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılması ya da bu hizmetlerden yararlanılmasına müsaade edilmesi, ayrı bir suç olarak tanım­lanmıştır.

Üçüncü fıkrada ise, yapı ruhsatiyesine dayalı olarak yapılmış olsun veya olmasın, yapı kullanma izni alınmamış binalara elektrik, su, telefon veya gaz bağlantısı yapılması veya bu hizmetlerden yararlanılmasına müsa­ade edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.

Dördüncü fıkraya göre, yapı kullanma izni alınmamış binalarda her­hangi bir sınai veya ticari faaliyetin icrasına müsaade edilmesi, ayrı bir suç oluşturmaktadır.

Beşinci fıkrada bu madde hükümlerinin uygulanma alanı ile ilgili sı­nırlama getirilmiştir. Bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanabilecektir. Örneğin organize sanayi bölgeleri, özel imar rejimine tabi bölge niteliği taşımaktadır. Ancak, sınai ürünlerin üretiminin yapıldığı tesisler açısından bu sınırlama kabul edilmemiştir. Bu bakımdan, köy sınırları içinde inşa edilen, sınai ürünlerin üretiminin yapıldığı tesisler açısından da bu madde hükümleri uygulanabile­cektir.”

İmar Kirliliğine Neden Olma Suçunun Unsurları Nelerdir?

TCK m. 184’te üç ayrı suç tipi düzenlenmiştir. TCK m. 184/1. fıkrasında yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmak suçu; TCK m. 184/2. fıkrada yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme suçu; TCK m. 184/3. fıkrasında ise yapı kullanma izni alınmamış binalarda sınai faaliyet icrasına izin verilmesi suçu düzenlenmiştir.

TCK m. 184/1. fıkrasında  yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapma veya yaptırma suçunun faili sadece binayı inşa eden yüklenici, taşeron, usta veya kalfa değil; inşaatın sahibi de olabilir. Ayrıca, bu tür inşaat faaliyetlerine kontrol ve denetim hizmeti veren teknik kişiler de bu suçtan dolayı fail sıfa­tıyla cezalandırılacaktır. Bina yapımında yer alan işçiler de fail olarak nitelendirilebilir ancak Yargıtay’a göre usta, kalfa ve işçilerin binanın ruhsatsız olduğunu bilmemeleri halinde TCK m. 30 kapsamında hata hükümlerinden yararlanmaları mümkündür.

TCK m. 184/1. fıkrasında yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapma suçunun maddi unsuru binayı yapmak eylemidir başka bir ifade ile binada yaşamak suç değildir. Böyle bir binayı devralan ve binada oturan kişinin bu suçtan dolayı cezalandırılması suçta ve cezada şahsilik ilkesi gereğince mümkün değildir.

Kontrol ve teknik hizmet veren teknik kişilerin asli faillik sıfatı yoktur ancak TCK m. 39/2 uyarınca yardım eden sıfatları bulunabilir. Yargıtay’a göre ruhsat veya yapı denetimine aykırılığın oluştuğu tarihte yapı denetimi kuruluşunda görevli bulunan kişilerin, yapının ruhsat ve eki projeye ve mevzuata uygun olarak yapılmasını denetlememek ve ruhsat ile eki projesine aykırılıkları 3 iş günü içinde ilgili idari makamlara bildirmemek eylemleri nedeniyle 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 9/1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

TCK m. 184/2. fıkrasında düzenlenen yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme suçunun faili şantiyeye elektrik bağlanmasına izin veren kişi ya da kişilerdir. Bu kişi ya da kişiler belediye, telefon ya da elektrik şirketi görevlisi olabileceği gibi görevli olmayan bir kimse örneğin komşu da olabilir. Suçun maddi unsuru izin verme eylemidir.

TCK m. 184/3. fıkrasında düzenlenen yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etmek suçunun faili izin veren kişidir. Suçun maddi unsuru izin verme eylemidir.

İmar kirliliğine neden olma suçlarının manevi unsuru kasttır ve bu suçların taksirle işlenmesi mümkün değildir.

İmar kirliliğine neden olma suçu ceza kanununun topluma ve çevreye karşı suçlar bölümünde düzenlenmiştir ve suçun mağduru belirli bir kimse olmayıp toplumda yaşayan herkestir.

İmar Kirliliği Suçu İçin Hangi Cezalar Uygulanır?

TCK m. 184/1. fıkrasında yer alan yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmak suçunun yaptırımı bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.

TCK m. 184/2. fıkrasında düzenlenen yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme suçunun yaptırımı da 1. fıkradaki suç gibi bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.

TCK m. 184/3. fıkrasında düzenlenen yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etme suçunun yaptırımı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.

TCK m. 184/4. fıkra uyarınca üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

TCK m. 184/5. fıkra uyarınca kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi yani etkin pişmanlık halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

TCK m. 184/6 uyarınca ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.

TCK m. 184’te düzenlenen suç tipleri, öngörülen cezaların türü ve üst sınırına göre, TCK’nın 66/1-(e) bendi gereği 8 yıllık olağan zamanaşımı süresine tabidir.

İmar Kirliliğine Neden Olmanın Cezası Nasıl Belirlenir?

İmar kirliliğine neden olma suçunun cezası TCK m. 184 hükümlerine göre ve eylemin uygun olduğu madde fıkrası dikkate alınarak belirlenir. Yukarıda açıklandığı üzere suça konu binanın bulunduğu yer, etkin pişmanlık hali ve suç tarihi de dikkate alınmalıdır.

İmar Kirliliği Suçu İçin Başvuru ve Şikayet Süreci Nasıl İşler?

İmar kirliliğine neden olma suçunun takibi şikayete bağlı değildir. Bu nedenle soruşturma re’sen yapılır ve gerekirse kamu davası açılır. Suçtan herhangi bir şekilde haberdar olan savcılık tahkikatı kendiliğinden başlatacaktır. Görevli ve yetkili mahkeme suça konu binanın, şantiyenin veya sınai tesisin bulunduğu yer asliye ceza mahkemesidir. Failin kamu görevlisi olduğu hallerde 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun göz önünde bulundurulması gerekir.

İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA SUÇU İLE İLGİLİ YARGITAY UYGULAMALARI

TCK m. 184/1’de yer alan imar kirliliğine neden olma suçunun olağan zamanaşımı süresi 8 yıldır

Sanığın yargılamaya konu eylemi için, 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca belirlenecek cezasının türü ve üst sınırına göre aynı Kanun’un 66 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereği 8 yıllık olağan zamanaşımı süresinin öngörüldüğü anlaşılmıştır.

5237 sayılı Kanun’un 67 nci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca zamanaşımı süresini kesen son işlemin sanığın 12.04.2016 tarihli savunma tarihi olduğu ve bu tarihten, temyiz incelemesi tarihine kadar, 8 yıllık olağan zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olduğu belirlenmiştir. ( Y 4. CD 10.09.2024 T, 2024/6597 E.,  2024/9872 K.)

TCK m. 184/1’de yer alan imar kirliliğine neden olma suçunun olağanüstü zamanaşımı süresi 8 yıldır

Sanığın yargılama konusu eylemi için 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca belirlenecek cezasının türü ve üst haddine göre, aynı Kanun’un 66 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ve 67 nci maddesinin dördüncü fıkrası gereği 12 yıllık olağanüstü dava zamanaşımı öngörüldüğü anlaşılmıştır.

Suçun işlendiği kabul edilen 02.11.2010 tarihi itibarıyla, bozma sonrası verilen karar tarihinden önce 12 yıllık olağanüstü dava zamanaşımının gerçekleşmiş olduğu belirlenmiştir. ( Y 4. CD 27.06.2024 T, 2023/16649 E.,  2024/9210 K.)

Yapı kayıt belgesi alınması halinde dava düşer

Yerel Mahkemenin 30.03.2016 tarihli kararıyla sanığın, imar kirliliğine neden olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 184 üncü maddesinin birinci fıkrası, 62 nci maddesi ile 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca 6.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Kararın temyiz incelemesini yapan Dairemizin 28.12.2022 tarihli ilamıyla, 7143 sayılı Kanun’un 16 ncı maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16 ncı maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle verilen bozma kararına uyularak yapılan yargılamada, yukarıda tarih ve sayısı belirtilen incelemeye konu Yerel Mahkeme kararıyla yapı kayıt belgesinin alınmış olması nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinin beşinci fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca düşme kararı verilmiştir.

Sanık müdafiinin temyiz istemi, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkindir.

Sanığın, mevcut binasının dördüncü katında ruhsat almaksızın tabliye betonu döküp, duvarlarını örmek suretiyle imar kirliliğine neden olduğu iddiasıyla açılan davada Mahkeme, bağımsız bölümle ilgili olarak yapı kayıt belgesinin alınmış olması nedeniyle düşme kararı vermiştir.

Davaya konu bağımsız bölümle ilgili olarak yapı kayıt belgesinin alınmış olması karşısında, düşme kararı verilmesine ilişkin Mahkemenin takdir ve gerekçesinde hukuka aykırılık görülmemiştir. ( Y 4. CD 14.03.2024 T, 2024/1263 E.,  2024/3365 K.)

TCK’nın 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkânı bulunan fail hakkında CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.02.2014 tarih ve 2013/4-691 Esas, 2014/91 Karar ile 25.11.2014 tarih ve 2014/4-94 Esas, 2014/525 Karar sayılı kararlarında: “İmar kirliliğine neden olma suçunda ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirerek TCK’nın 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkânı bulunan fail hakkında CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Buna göre, daha lehe hükümleri kapsadığı konusunda tereddüt bulunmayan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmüne göre özel bir düzenleme olan 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesinin gereğini yerine getirmeyen sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmediğinin kabulü zorunludur.” şeklindeki gerekçeyle imar kirliliğine neden olma suçunda 5271 sayılı Kanun’un 231 inci maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur. ( Y 4. CD 06.05.2024 T, 2024/1157 E.,  2024/5928 K.)

Taşınmazda keşif yapılmadan ve bilirkişi raporu alınmadan projeye aykırılıkların giderildiğinden bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilemez

İnceleme konusu somut olayda; şikâyetçi …’un şikayeti üzerine şüphelilere ait dükkanlarda kaçak ve ruhsatsız olarak proje harici eklenti ve ilavelerin yapıldığı iddiası ile başlatılan soruşturmada Belediye görevlileri tarafından düzenlenen 19.07.2022 ve 28.04.2023 tarihli tutanaklar ile şüpheliler tarafından projeye aykırılıkların giderildiğinin tespit edildiği belirtilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184 üncü maddesinin beşinci fıkrasındaki düzenleme uyarınca şüpheliler haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, suça konu yapıların bulunduğu taşınmazın tapu kaydının getirtilerek şikâyete konu taşınmazın bulunduğu yerde uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılmak suretiyle bilirkişi raporu aldırılması ve sonucuna göre şüpheliler hakkında karar verilmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmıştır. ( Y 4. CD 20.02.2024 T, 2024/1119 E.,  2024/1974 K.)

Şüphelinin bina yapma iradesini ortaya koyar şekilde inşai faaliyette bulunduğunun tespiti halinde kamu davasının açılması gerekir

Somut olayda, şüphelinin malik olarak bulunduğu taşınmaz üzerinde ruhsatsız olarak subasman seviyesinde beton temel dökmek suretiyle imar kirliliğine neden olma suçunu işlediği iddiası üzerine yapılan soruşturma sonunda, Erdek Cumhuriyet Başsavcılığınca bahse konu taşınmazın üzerinde bulunan yapının bina vasfında bulunmadığı, yapı vasfında olması nedeniyle suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmış ise de,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.11.2018 tarihli ve 2015/4-176 Esas, 2018/503 Karar sayılı ilâmında açıklandığı üzere, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/1 inci maddesinde düzenlenen imar kirliliğine neden olma suçunun oluşabilmesi için yapı ruhsatiyesi almadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapılması ya da yaptırılması gerektiği, binanın ruhsata tâbi olmasının yeterli olup belirli bir genişlikte veya yükseklikte olmasına gerek bulunmadığı, maddede belirtilen “bina” kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup, bu kavramın 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5 inci maddesine göre belirleneceği, anılan Kanun’un 5 inci maddesinin ise, “…Bina; kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarıyan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır. …” şeklinde olduğu hususları ile,

Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 10.09.2020 tarihli ve 2019/4920 Esas, 2020/9141 Karar sayılı ilâmında yer alan, “…Yapı tatil tutanağında, yapının zemin kat 6.40 x 5.10 m² ebatlarında temeli açılıp hasır demirlerle kalıp içerisine alınmış olup betonu dökülmemiş olduğu, keşif sırasında ise 32 m² lik alanda temel kalıp-demir çalışması yapılmış, montaj işleri tamamlanmış, fakat beton dökümünün yapılmamış olduğunun tespiti karşısında, bina yapma iradesini ortaya koyan temel atma eyleminin yüklenen suçu oluşturacağı…” şeklindeki ve Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.10.2020 tarihli ve 2020/20116 Esas, 2020/11480 Karar sayılı ilâmında yer alan, “…Yapılan keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda sanık tarafından yapılan imalatın bina kavramına girmediğinin belirtilmesi ve çekilen fotoğraflardan yapının halen temel aşamasında olduğu ve inşaatta ilerleme kaydedilmediğinin anlaşılması karşısında, bina yapma iradesini ortaya koyan temel atma eyleminin yüklenen suçu oluşturacağı…” şeklindeki açıklamalar nazara alındığında, Dosya kapsamına göre, … Yapı Kontrol Müdürlüğünün 10.11.2022 tarihli yapı tatil zaptı ve 22.03.2023 tarihli bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere, adı geçen şüpheli tarafından, malik bulunduğu Balıkesir ili, Erdek ilçesi, Tatlısu mahallesi, Kavaklı değirmen mevkii, 2230 ve 2231 parsellerde kain taşınmaz üzerinde temel hafriyat üzerine subasman perde duvarlarının dönülerek temel beton döküldüğü, subasmanın içinin dolgu malzemesi ile doldurularak blokaj betonu atıldığı, yapı tatil zaptı ile keşif anında çekilen bilirkişi raporuna ekli fotoğraflardan da açıkça görüldüğü üzere, şüphelinin bina yapma iradesini ortaya koyar şekilde ruhsatsız ve kaçak olarak inşaî faaliyete başladığı ve tamamladığı betonarme subasman üzerine perde duvar döndüğünün anlaşılması karşısında, söz konusu imâlatların bina vasfında olup atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu ve şüphelinin eylemine ilişkin delillerin takdir ve değerlendirmesinin mahkemesince incelenmesi gerektiği gözetilmeksizin, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. ”
Şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 160 ıncı maddesinin birinci fıkrasında, “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.”, 160 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında “Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”, 170 inci maddesinin ikinci fıkrasında, “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.”, 172 nci maddesinin birinci fıkrasında, “Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir.” hükümleri düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonraki “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlıklı 173 üncü maddesinde;
“(3) Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.
(4) Sulh ceza hâkimliği istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.” hükümleri yer almaktadır.

Yukarıda yer verilen düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, 5271 sayılı Kanun’un “soruşturma” başlıklı ikinci kitabında, Cumhuriyet savcısının suç soruşturmasına ilişkin süreci nasıl yürüteceği ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi durumunda, itirazı incelemekle görevli mahkemenin görevleri açık bir şekilde düzenlenmiş bulunmaktadır.
Bu çerçevede, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı itiraz üzerine inceleyen hakimlik, kamu davası açılması için yeterli delil bulunmaması durumunda itirazın reddine, yeterli delil bulunması durumunda itirazın kabulüne veya eksik soruşturma nedeniyle soruşturmanın genişletilmesine karar verebilecektir.

5271 sayılı Kanun’un 170 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre kamu davası açılabilmesi için soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması gerekir. Suç ihbar veya şikayeti yoluyla soruşturma yaparak maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü ve yetkisi bulunan Cumhuriyet savcısı, soruşturma sonucunda elde edilen delilleri değerlendirerek kamu davası açmayı gerektirir nitelikte yeterli şüphe olup olmadığını takdir edecektir. Ancak soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının delil değerlendirmesiyle, kovuşturma aşamasında hakimin delilleri değerlendirmesi birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Anılan maddeye göre soruşturma aşamasında toplanan deliller kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturup oluşturmadıkları çerçevesinde incelemeye tabi tutulurken, kovuşturma aşamasında, isnad edilen suçun işlenip işlenmediği hususunda mahkumiyete yeter olup olmadığı ve tam bir vicdani kanaat oluşturup oluşturmadığı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
5271 sayılı Kanun’un 172 nci maddesinin üçüncü fıkrasında; “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi veya bu karar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” denilmek suretiyle, etkin soruşturma yapılması zorunluluğu vurgulanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.02.2014 gün ve 2013/4-691 Esas, 2014/91 Karar sayılı kararında, 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesiyle korunan hukuki değerin, çevrenin korunması olduğu ve bu suçun işlenme sıklığı ve yoğunluğu ile sosyal ve toplumsal bir sorun olması gerçeğine değinilmiştir.

İncelenen dosyada; suça konu eylemin bina vasfında olmaması ve yapı vasfında olması nedeniyle şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişse de, soruşturma dosyası kapsamında alınan fotoğraflı bilirkişi raporunda, sanığın temel hafriyat üzerine subasman perde duvarı dönülerek beton döküldüğü ve subasmanın içinin dolgu malzemesiyle doldurularak blokaj betonu atıldığı, dolayısıyla; yapı tatil zaptı, bilirkişi raporu ve fotoğraflardan şüphelinin bina yapma iradesini ortaya koyar şekilde inşai faaliyette bulunduğunun belirtilmesi karşısında mevcut delillerin kamu davasının açılmasını gerektirir nitelikte olduğu ve şüpheli hakkında kamu davası açılması için yeterli şüphe bulunduğu, bu delillere ve suçun unsurlarına yönelik takdir ve değerlendirmenin mahkemesince yapılması gerektiği gözetilmeksizin, merciince itirazın kabulüne karar verilmesi yerine reddedilmesi hukuka aykırı bulunmuştur. ( Y 4. CD 26.02.2024 T, 2024/873 E.,  2024/2286 K.)

İmalatların bina vasfında olması halinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilemez

Şüpheli hakkında şikayetçi vekilinin imar kirliliğine neden olduğu iddiasıyla şikayette bulunduğunun anlaşılması, konuyla alakalı 02.11.2022 tarihli yapı tatil zaptı düzenlendiği, 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinin birinci fıkrasında “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Yasasının beşinci maddesinde de bina kavramının “kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanıp, 21/03/2023 tarihli bilirkişi raporunda onaylı mimari projeye aykırı olarak mevcut çatı örtüsünün kaldırılarak ilave 2. Kat imal edildiği, ruhsatsız ve kaçak hacimler oluşturulduğu, yapının tripleks durumuna getirildiğinin belirtilmesi ve dosya kapsamında yer alan binaya ilişkin resimlerin incelenmesinden imalatların bina vasfında olduğunun anlaşılması nedeniyle, bilirkişi raporundaki yapılan imalatların “Yapı” niteliğinde olup “Bina” niteliğini kazanmadığına ilişkin hatalı görüşe istinaden ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, 5271 sayılı Kanun’un 170 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca şüpheli hakkında iddianame düzenlenebilmesi için yeterli şüphe oluşturduğu açıktır. Şüphelinin eylemlerinin sübut bulup bulmadığı hususu, lehine ve aleyhine toplanacak tüm kanıtların, mahkemece birlikte tartışılıp değerlendirilmesi sonucu belirlenmesi gerekmektedir. Yapılan açıklamalara göre, şüpheli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar ve bu karara itiraz sonucunda verilen itirazın reddine dair mercii kararı hukuka aykırıdır. ( Y 4. CD 26.02.2024 T, 2024/851 E.,  2024/2302 K.)

Şikayet konusu yerde keşif yapılıp suça konu yerlerin yapı kayıt belgesi alındıktan sonra yapılıp yapılmadığı hususunun araştırılması gerekir

İnceleme konusu somut olayda; şüpheliler hakkında şikayetçinin imara aykırı balkon ve garaj yaptırdığı iddiasıyla şikayetçi olduğu, şüphelilerin yapı kayıt belgesi aldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve karara yönelik itirazın reddine karar verilmiş ise de; şikayet konusu yerde keşif yapılıp suça konu yerlerin yapı kayıt belgesi alındıktan sonra yapılıp yapılmadığı hususunun araştırılması, yapı kayıt belgesi alındıktan sonra yapıldığının tespit edilmesi halinde imalatların bina vasfında olup olmadığı, taşıyıcı unsuru etkileyen ve/veya inşaat alanını ve ruhsat eki projelerini değiştiren işlemler olup olmadığının belirlenmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği görülmektedir.

Bu nedenle itiraz merciince etkin soruşturma yapılmadığı dikkate alınarak, itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesi, Kanuna aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür. ( Y 4. CD 13.02.2024 T, 2023/17037 E.,  2024/1602 K.)

Kaçak yapının sit alanı içerisinde kaldığı, sanığın izin almaksızın inşaî faaliyette bulunarak üzerine atılı 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 inci maddesinin (b) bendi ve 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinde tanımlanan suçları işlediğinin anlaşılması karşısında, 5237 sayılı Kanun’un 44 üncü maddesi gereğince en ağır yaptırım içeren 2863 sayılı Kanunu’nun 65 inci maddesinin (b) bendi uyarınca hüküm kurulması gerekir

Kanun yararına bozma isteminde sanık isminin “…” yerine “…” olarak gösterilmesinin maddi hata niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinde; “(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.
(6) (Ek: 29/6/2005 – 5377/21 md.) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.” hükümlerine yer verilmiştir.
2863 sayılı Kanun’un 65 inci maddesinde ise; “Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile (…) izin alınmaksızın inşaî ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni verenler, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
Birinci ve ikinci fıkralarda belirtilen fiiller, korunması gerekli kültür ve tabiat varlığını yurt dışına kaçırmak amacıyla işlenmiş ise verilecek cezalar bir kat artırılır.
(Değişik dördüncü fıkra: 20.08.2016-6745/25 md.) Taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile bunların koruma alanları ve sit alanlarında, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21 inci maddesi kapsamına giren ruhsata tabi olmayan tadilat ve tamiratları, kültür varlıkları yönünden bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmuş yerlerde yetkili idarelerden, koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmamış yerlerde koruma bölge kurulu müdürlüklerinden; tabiat varlıkları ve doğal sit alanları yönünden ise çevre ve şehircilik il müdürlüklerinden izin almaksızın ya da izne aykırı olarak yapanlar veya yaptıranlar, altı aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.” hükümleri bulunmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.06.2015 tarih, 2013/1-713 Esas, 2015/203 Karar sayılı içtihadında; “5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir (TBMM Adalet Komisyonu’nun 03.08.2004 gün ve 1/593-60 sayılı Raporu). Bu kuralın istisnaları ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde düzenlenmiştir.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda (765 sayılı Kanun), aynı nev’iden fikri içtima ile farklı nev’iden fikri içtima tek madde halinde ve Kanun’un 79 uncu maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı Kanunda bu iki hal birbirinden ayrılarak, aynı nev’iden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43 üncü maddenin ikinci fıkrasında, farklı nev’iden fikri içtima ise 44 üncü maddesinde düzenlenmiştir.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun’un 44 üncü maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup, hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedeni hareket ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 6. Bası, Ankara, 2013, s. 484 – 495)
5237 sayılı Kanun’un genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartların varlığı halinde bulunması halinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hallerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim Kanun’un 212 nci maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.
Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi halinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereği olup, suçların olası kastla veya doğrudan kastla işlenmiş olması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir.” şeklinde 5237 sayılı Kanun’un 44 üncü maddesi uyarınca fikri içtima hükümlerinin uygulanması ile ilgili değerlendirmede bulunulmuştur.

İnceleme konusu somut olay kapsamında; kaçak yapının sit alanı içerisinde kaldığı, sanığın izin almaksızın inşaî faaliyette bulunarak üzerine atılı 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 inci maddesinin (b) bendi ve 5237 sayılı Kanun’un 184 üncü maddesinde tanımlanan suçları işlediğinin anlaşılması karşısında, 5237 sayılı Kanun’un 44 üncü maddesi gereğince en ağır yaptırım içeren 2863 sayılı Kanunu’nun 65 inci maddesinin (b) bendi uyarınca hüküm kurulması gerekirken, imar kirliliğine neden olma ve 2863 sayılı Kanuna muhalefet suçlarından ayrı ayrı mahkumiyet hükmü kurulması hukuka aykırı bulunmuştur. ( Y 4. CD 19.12.2023 T, 2023/16153 E.,  2023/25940 K.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi çekebilecek makaleler