İbra, borçluyu borcu ödemekten yani borçtan kurtaran, borçlu ile alacaklı arasındaki bir anlaşmadır. İbra ile alacaklı alacağından vazgeçer ve borçlu da bu sayede borcundan kurtulmuş olur. Alacaklı tarafından imzalanan ve borçluyu borçtan kurtaran tarzdaki belgelere ise uygulamada “ibraname” denilmektedir.
Geçerli bir ibranın varlığı hâlinde aynı ilişkiye dayalı olarak aynı kapsamda bir hak talebi mümkün değildir (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s. 1300; Hukuk Genel Kurulunun 04.02.2020 tarihli, 2018/17-24 Esas, 2020/78 Karar sayılı kararı).
Kaynak kanun olan İsviçre Borçlar Kanunun ise 115. maddesinde ibra düzenlenmiş olmasına karşın, eski 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde ibra yasal olarak düzenlenmemişti ancak alacaklı ve borçlunun ibra anlaşması yapmasına bir mani de yoktu. Eski Borçlar Kanunun döneminde ibranın yasada düzenlenmemiş olması ibranın şekli konusunda tartışmalara yol açıyordu. İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez. Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 21’inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 31’inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir.
Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132’nci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir. Bu hükümden de anlaşıldığı üzere ibra sözleşmesinin şekle bağlı olmadığı yasal olarak kabul edilmiştir. Böylelikle eski yasa dönemindeki ibranın şekline yönelik tartışmalar da ortadan da kalkmıştır. Ancak ispat kolaylığı açısından ibra anlaşmasının yazılı yapılmasında, bilhassa alacaklının imzasını içermesinde fayda vardır.
İbraname Hangi Unsurları İçermelidir?
TBK’nın 132. maddesinde ibra için şekil şartı öngörülmemişken, gene aynı yasanın yani TBK’nın 420. maddesinde hizmet sözleşmeleri için ayrıksı bir düzenleme getirilmiş ve İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmeleri için zorunlu bazı unsurlar şart koşulmuştur. İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi Türk Borçlar Kanunu’nun 420’inci maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir;
“Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.
İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.
Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.“ şeklindedir.
Sözü edilen hükme göre;
*İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması,
* İbra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması,
* İbra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi,
* Ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır.
Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır.
İbraname İmzalamanın Taraflara Getirdiği Hak ve Yükümlülükler Nelerdir?
İbraname ile alacaklının rızası ile borçlu borcu ifa etmeden borçtan kurtulmuş olur, böylece borç sükut eder yani sona erer. Alacaklı alacağından vazgeçtiği için bir daha aynı alacak için borçludan ifa talebinde bulunamaz.
İbraname tanzim edilirken edimler arasında orantısızlık olmamasına yani gabin haline sebebiyet vermemeye dikkat edilmelidir.
İbraname İmzalanırken Nelere Dikkat Edilmelidir?
İbraname imzalanırken TBK’nın 420. maddesindeki zorunlu unsurların bulunmasına dikkat edilmelidir. Buna göre;
a. İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür. Bu sebeple iş ilişkisi devam ettiği sürece ibraname düzenlenmemelidir.
b. İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez. Bu nedenle ibranamenin tarih içermesine dikkate edilmelidir. İbranamede, ihtirazi kayıt da bulunmamalıdır.
c. İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez. Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 21’inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 31’inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir. Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez. (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K)
d. İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir. (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K)
e. Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Yargıtay’ın kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz. (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K)
f. Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır. Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K)
İbraname İmzalandıktan Sonra İptal Edilebilir mi?
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 28. (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 21.) maddesinde aşırı yararlanma (gabin) düzenlenmiş olup, maddenin 1. fıkrasında “bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir” denilmek suretiyle, gabinin unsurları ile sonuçları hüküm altına alınmıştır.Buna göre, sözleşme hukukunda geçerli olan irade özerkliği ve sözleşme serbestisi ilkeleri gereğince, kişiler bir sözleşmedeki edim ve karşı edimi özgürce belirleyebilir, sözleşmenin şartlarını diledikleri gibi kararlaştırabilirler. Genel kural, sözleşme serbestisi ve irade özerkliği olmakla birlikte, sözleşmenin taraflarından güçsüz olanın korunması ile sözleşmenin tarafları arasındaki dengenin sağlanabilmesi, sözleşmenin yapılması sırasında iradesinin oluşumu sakatlanmış olan tarafın korunması bakımından ise, kanun koyucu gabine ilişkin düzenlemeyi getirmiştir.
Başka bir ifade ile gabine ilişkin yasal düzenlemenin amacı sözleşme kurulumunda iradesinin oluşumu sakatlanan ve güçsüz konumda olan tarafı korumaktır.
Gabinin objektif ve subjektif unsurlarının oluşmuş olması halinde; sözleşmenin taraflarından biri, gabin hukuksal nedenine dayanarak sözleşmeyle bağlı olmamayı ya da sözleşmenin varlığını korumakla birlikte edimler arasındaki dengesizliğin giderilmesini isteyebilir.
Bu bağlamda, ibra da iki taraflı bir hukuki işlem, bir sözleşme olduğundan TBK’nın “Aşırı yararlanma” başlıklı 28/1 inci maddesinde düzenlenen gabin hükümlerine tabidir. İbra sözleşmesinde karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilecektir. TBK m. 28/2’ye göre ise zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 111. maddesinde de ibra ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmiştir: Buna göre tazminat miktarlarına ilişkin olup da “yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan” anlaşmaların veya uzlaşmaların yapıldıkları tarihten itibaren iki yıl içinde iptal edilebileceği belirtilmiştir. Kanun’un bu hükmünden yararlanmak için ayrı bir iptal davası açılmasına ya da ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren iki yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklamasının bulunması yeterlidir. Görülmekte olan bir dava sırasında ortaya çıkan aşırı ölçüsüzlük durumunda da, davacının yetersiz anlaşmanın iptalini istemesi, iddianın genişletilmesi olarak nitelenemez ve davalının onamına bağlanamaz. Çünkü davacı, yetersiz anlaşmaya karşı (def’i yoluyla) geçersizlik savında bulunmaktadır. Davalı yalnızca, anlaşma gününden başlayarak iki yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği uyarısında bulunabilir. ( YHGK 29.05.2024 T, 2023/6 E., 2024/292 K.=
İbranameye İlişkin Uyuşmazlıklar Nasıl Çözülür?
Genel olarak ibranameye ilişkin uyuşmazlıklar yukarıda açıklandığı üzere gabin halinde hak düşürücü süreler içinde genel yetkili ve görevli mahkemelerde dava açılarak çözülebilir.
İşçi ve işveren arasındaki ibranamelerin geçersizliğine ilişkin uyuşmazlıklar ise iş mahkemelerinde açılacak alacak davasında değerlendirilecektir. Böyle bir durumda ayrıca ibranamenin iptali davası açmaya gerek yoktur.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 111. Maddesindeki ibra düzenlemesine göre ise “yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan” anlaşmaların veya uzlaşmaların yapıldıkları tarihten itibaren iki yıl içinde iptal edilebileceği belirtilmiştir. Kanun’un bu hükmünden yararlanmak için ayrı bir iptal davası açılmasına ya da ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren iki yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklamasının bulunması yeterlidir.
İBRANAME KONUSUNDA YARGITAY UYGULAMALARI
Taraflar arasında arabuluculuk faaliyeti başlamadan önce herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı ve davacının iş sözleşmesinin sona ermediği göz önüne alındığında arabuluculuk anlaşma belgelerinin geçerli bir arabuluculuk anlaşma belgesi niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, söz konusu arabuluculuk belgeleri yönünden, TBK m. 420’deki koşullara veya ifaya ilişkin hükümlere göre değerlendirme yapılmalıdır.
…
Borçlar hukuku sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinde bulunması gereken esaslı unsurlardan ilki, bu anlaşmaya arabuluculuk faaliyeti sonucunda ulaşılmış olmasıdır (…, s. 59). Tarafların kendi aralarında gerçekleşen bir müzakere veya görüşme sonucunda anlaşmaya varılması üzerine anlaşma belgesinin arabulucu tarafından imzalanması hâlinde kanuna uygun bir arabuluculuk faaliyetinden söz edilemez. Keza arabuluculuk faaliyeti sürecin başından sonuna kadar bizzat arabulucu tarafından yürütülmelidir. Anlaşmanın arabuluculuk faaliyeti sonucunda gerçekleşmiş olması, tek bir aşamayı değil arabulucuya başvuru ve arabulucunun seçiminden faaliyetin sona ermesine kadarki tüm süreci ifade eder. Arabuluculuk faaliyetinin kanuna uygunluğu, sürecin tamamında mevcut olmalıdır. Kanuna uygun biçimde yürütülen arabuluculuk faaliyetinin sonucunda düzenlenen anlaşma belgesinin varlığı hâlinde ilk koşul gerçekleşmiş kabul edilmelidir. İşçinin arabuluculuk faaliyetinin hiç gerçekleşmediği veya usulüne uygun olarak gerçekleştirilmediği yönündeki iddiası, bu ilke ve esaslar ile birlikte somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle araştırılmalıdır. Arabuluculuk faaliyetinin kanuna uygun olarak yürütülmediği sonucuna varıldığı takdirde arabuluculuk faaliyeti sonucunda gerçekleşen bir anlaşmadan söz edilemez. Bu hâlde anlaşma belgesinin iptaline karar verilmelidir.
Arabuluculuk faaliyeti sonucunda düzenlenen anlaşma belgesinin ikinci esaslı unsuru tarafların anlaşmasıdır. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin birinci fıkrasına göre arabuluculuk faaliyeti sonunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca belirlenir; anlaşma belgesi düzenlenmesi hâlinde bu belge taraflar ve arabulucu tarafından imzalanır. Kanun’un 17 nci maddesinin ikinci fıkrasında ise arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların anlaştıkları, anlaşamadıkları veya arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonuçlandığının bir tutanak ile belgelendirileceği ifade edilmiştir.
Tarafların hangi konularda, hangi ölçüde ve koşulda anlaştıklarının anlaşma belgesinden veya son tutanaktan tespit edilebilmesi gerekir. Aksi takdirde 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilir olması mümkün değildir. Söz konusu hükümde, kanunlarda icra edilebilirlik şerhi alınmasının zorunlu kılındığı hâller hariç, taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesinin, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilâm niteliğinde belge olduğu ifade edilmektedir. Aynı maddenin beşinci fıkrasında arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı vurgulanmıştır.
Her iki düzenleme, arabuluculuk faaliyeti sonucunda varılan anlaşmanın asgari unsurlarının tespit edilebilir olmasını zorunlu kılmaktadır. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin gerekçesinde de “… arabulucu tarafından düzenlenecek ve taraflar ve varsa temsilcileri veya avukatları tarafından imzalanacak anlaşma tutanağında ‘anlaşılan hususların’ net bir şekilde ortaya konulmasında zorunluluk bulunmaktadır.” denilerek anlaşmanın açık ve net olması gerekliliği vurgulanmıştır.
Bu bakımdan anlaşılan hususlarda dava açılamayacağına ilişkin kural, mahkemeye erişim hakkını sınırlayıcı bir düzenleme olduğundan, dar yorumlanmalıdır. Anlaşma belgesinden, anlaşılan hususların açık ve net bir şekilde belirlenememesi hâlinde, arabuluculuk faaliyetinin anlaşma ile sona ermediği kabul edilmelidir.
Belirtmek gerekir ki maddi hukuk sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinin geçerliliği için uyuşmazlığın taraflarının uyuşmazlığın çözümüne dair karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanlarının buluşması ve bu anlaşmayı yazılı bir hâle getirme yönündeki karşılıklı istekleri gerekir. Şüphesiz karşılıklı irade beyanlarının uyuşmazlığın tamamını kapsaması zorunlu değildir (…, s. 59). Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının uyuşmazlık konusu olduğu bir durumda, sadece kıdem tazminatının konu edildiği bir anlaşma belgesi düzenlenebilir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda elde edilen ilâm niteliğindeki anlaşma belgesi maddi anlamda kesin hüküm olmadığından, tarafların kesin hükümsüzlük, aşırı yararlanma, yanılma, aldatma, korkutma, sahtelik iddiası gibi hâllerde anlaşma belgesinin geçersizliğini ileri sürmesi mümkündür (…, s. 22-23). İrade fesadı iddiasıyla arabuluculuk anlaşma belgesinin iptalinin talep edilmesi hâlinde, yanılma ve aldatmanın öğrenildiği, korkutmanın ortadan kalktığı tarihten itibaren bir yıl içinde iptal iradesinin ileri sürülmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır.
Anlaşma belgesinin geçerliliği bakımından gerçekleşmesi gereken üçüncü ve son koşul şekildir. Arabuluculuk sonucunda varılan anlaşmanın geçerliliği, anlaşma belgesinin düzenlenmesi hâlinde imza dışında herhangi bir şekil kuralına tâbi kılınmamıştır. Bununla birlikte varılan anlaşmanın, arabuluculuk anlaşma belgesi olarak nitelenebilmesi için, 6325 sayılı Kanun’da belirtilen şekil kuralına uyulması gereklidir. Buna göre arabuluculuk sonucunda ortaya çıkan anlaşma tutanağında (belgesinde), arabulucunun ve tarafların imzasının bulunması zorunludur. Arabulucunun imzasının bulunmadığı tutanak, arabuluculuk anlaşma tutanağı değil ancak taraflar arasında genel hükümlere göre düzenlenmiş bir adi yazılı sözleşme niteliğinde olacaktır. Böyle bir anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi verilmesine konu edilemez (Hıdır Kırkıcı, “İş Uyuşmazlıklarında Dava Şartı Arabuluculuk ve Arabuluculuk Tutanakları”, İzmir Barosu Dergisi, Mayıs 2020, 309).
Dairemize intikal eden dosyalardan, taraflar arasında henüz bir uyuşmazlık bulunmamasına rağmen, işverence başlatılan arabuluculuk süreci sonunda anlaşma belgesi düzenlenmesi şeklinde bir uygulamaya sıklıkla başvurulduğu anlaşılmaktadır. 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde arabuluculuğun hukuk uyuşmazlıklarının çözümünde uygulanacak bir çözüm yolu olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle öncelikle taraflar arasında bir hukuk uyuşmazlığının varlığı, arabuluculuğun ön koşuludur. Ortada somut bir uyuşmazlık bulunmadığı hâlde ihtiyari arabuluculuk yoluyla düzenlenen son tutanağın veya anlaşma belgesinin, 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen bir belge anlamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
Taraflar arasında 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrası kapsamında bir anlaşmanın varlığından söz edebilmek için ise öncelikle bir uyuşmazlığın ortaya çıkmış olması ve bundan sonra arabulucuya başvurulmuş olması gerekmektedir. Burada sözü edilen uyuşmazlıktan anlaşılması gereken, 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında da ifade edildiği üzere tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarıdır. Taraflar arasında uyuşmazlık çıktığından söz edilebilmesi için, taraflardan birinin diğer tarafa karşı alacak, tazminat ve işe iade gibi bir hak iddiasında bulunması, bunu ileri sürmesi; ancak karşı tarafın bu iddia ve talebi kabul etmemesi sonucunda kendi aralarında anlaşamamış olmaları gerekir.
Örneğin; henüz iş sözleşmesinin sona ermediği durumda, taraflar arasında kıdem tazminatına ilişkin bir uyuşmazlık bulunmadığından, kıdem tazminatına ilişkin 6325 sayılı Kanun anlamında bir anlaşmanın varlığından da söz edilemez (Dairemizin aynı yöndeki 2021/12911 E., 2022/1387 K. sayılı kararı). Yine işçinin fazla çalışma alacağının ödenmesi yönünde bir talepte bulunmadığı ya da yapılmak istenen ödemeyi reddetmediği; bir diğer ifadeyle taraflar arasında bu konuda henüz bir uyuşmazlık çıkmadığı hâlde, başlatılan arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenen son tutanak veya anlaşma belgesi de geçerli kabul edilemez.
Diğer yandan, 6325 sayılı Kanun’un açıkça hukuk uyuşmazlıklarının çözümü için öngördüğü bu yöntemin amacına uygun kullanılması gerekir. Bir hakkın amacına aykırı kullanılması, bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesine göre de hakkın kötüye kullanımı niteliği taşır. Bu nedenle arabuluculuk, iş sözleşmesinin sona erdirilmesi ve feshin sonuçlarına ilişkin muhasebe işlemlerinin yapılması için bir araç olarak kullanılamaz. Başka bir anlatımla; arabuluculuk sistemi, iş sözleşmesinin sona erdirilmesi veya iş sözleşmesinden doğan alacaklara ilişkin ödeme belgelerinin düzenlenmesi amacıyla kullanılacak bir yöntem değildir. Belirtmek gerekir ki ortada bir uyuşmazlık bulunmadığı hâlde, iş sözleşmesinden doğan borcun ifasına yönelik işlemlerin arabulucu önünde yapılması gerekmez. Salt ödemeyi belgelendirmek amacıyla yapılan bu uygulama, bir uyuşmazlığı çözmeye yönelik bir yöntem değil; aksine işverenin borcu ifa işlemine, arabuluculuk anlaşma belgesi niteliği kazandırmak amacıyla başvurduğu bir yöntem olarak değerlendirilmelidir.Unutulmamalıdır ki Türkiye Arabulucular Etik Kuralları’nın (Etik Kuralları) 5 inci maddesinin (6) ncı bendi uyarınca arabulucu da, arabuluculuk sürecinde arabuluculuktan başka bir uyuşmazlık çözüm yöntemini yürütemez. Arabuluculuk mevzuatından kaynaklanan avantajları kullanmak amacıyla herhangi bir çözüm yolunu arabuluculuk olarak adlandıramaz. Esasen arabulucunun görevi de taraflar arasında mevcut bir uyuşmazlığın bulunmasına bağlı olup, ortada 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinin ikinci fıkrası anlamında somut bir uyuşmazlık yoksa arabulucu, Etik Kuralları gereğince, arabuluculuk faaliyetini sürdürmemelidir.
Hiç kuşkusuz arabulucu önünde yapılan anlaşmada, ibraya ilişkin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 420 nci maddesinin uygulanması mümkün değildir. Aksi kabulde arabulucu önünde tarafların anlaşması imkânsız hâle gelir. Nitekim 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmünde arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı öngörülmüş olup, buna göre ibraya ilişkin düzenlemelerden hareketle arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerliliği değerlendirilemez (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 07.02.2022 tarihli ve 2022/436 Esas, 2022/1380 Karar sayılı kararı).
Ancak bu kabul şekli, sadece usulüne uygun gerçekleştirilmiş olan bir arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenen bir son tutanak veya anlaşma belgesinin varlığı hâlinde mümkündür. Çünkü ibraya ilişkin hükümlerin emrediciliği karşısında, bu hükümleri devre dışı bırakacak bir anlaşma belgesinin de Kanun’un öngördüğü kurallar çerçevesinde yürütülen arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenmiş olması gerekir. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrası kapsamında bir anlaşma söz konusu değilse, somut olayın özelliğine göre, 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki koşulların veya ifaya ilişkin hükümlerin göz önünde bulundurularak sonuca gidilmesine bir engel bulunmamaktadır.
Somut uyuşmazlıkta; taraflar arasında davalı işverenin başvurusu üzerine 10.10.2020 ve 30.04.2021 tarihlerinde ihtiyari arabuluculuk görüşmeleri yapılmıştır. Davalı tarafça davacının 10.10.2020 tarihinde işten ayrıldığı ve 18.10.2020 tarihinde yeniden işe alındığı belirtilmiş ise de aynı tarafça sunulan “Personel aylık takip çizelgesi” başlıklı belgede davacının 10.10.2020-17.10.2020 tarihleri arasında izinli olduğunun belirtildiği görülmektedir. Davacı tarafça sunulan fatura örneklerinden ise davacının 10.10.2020-17.10.2020 tarihleri arasında davalı işyerinde çalışmasına devam ettiği anlaşılmaktadır. Dosya içerisinde bulunan 09.10.2020 tarihli istifa dilekçesinde, davacının işyerinden şahsi gerekçelerle herhangi bir baskı olmadan 09.10.2020 tarihinde ayrılmak istediğini belirttiği ve istifa dilekçesinde “Söz konusu çalışma içerisinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım.” ibaresinin yazılı olduğu görülmektedir. 29.04.2021 tarihli istifa dilekçesinin ise el yazılı olmadığı ve davacının 29.04.2021 tarihinde şahsi gerekçelerle herhangi bir baskı olmadan istifa ettiğini belirttiği, istifa dilekçesinde aynı şekilde “Söz konusu çalışma içerisinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım.” ibaresinin bulunduğu görülmektedir.
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu tazminat ve alacaklar yönünden arabuluculuk süreci başlamadan önce taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğuna yönelik dosyada herhangi bir delil mevcut değildir. Aksine, davacı tarafından verildiği iddia edilen istifa dilekçelerinin ve dilekçelerdeki beyanların geçerli olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa, mevcut belgelere göre taraflar arasında arabuluculuk faaliyeti başlamadan önce herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Kaldı ki 10.10.2020 tarihinde davacının iş sözleşmesinin sona ermediği ve çalışmasının devam ettiği görülmektedir. 10.10.2020 tarihli anlaşma belgesinde yer alan, sözleşmenin sona ermesine bağlı olan kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık ücretli izin alacağı yönünden taraflar arasında bu nedenle de bir uyuşmazlık çıktığından söz edilemez. Bu durumda gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı hâlde işçiye ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile kararlaştırılmış olması, ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde iş sözleşmesi sona ermediği hâlde yıllık ücretli izin hakkının arabuluculuk anlaşma belgesi ile paraya tahvil edilmesi de kabul edilemez.
Açıklanan sebeplerle; 10.10.2020 ve 30.04.2021 tarihli anlaşma belgelerinin geçerli bir arabuluculuk anlaşma belgesi niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, söz konusu belgeler yönünden, 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki koşullara veya ifaya ilişkin hükümlere göre değerlendirme yapılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşılan hususlar hakkında dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur. ( y 9. HD 10.10.2024 T, 2024/10147 E., 2024/13332 K.)
TBK m. 420’de düzenlenen konu belirli bir isim taşıyan sözleşme değil, işçinin haklarından vazgeçme yasağıdır ve sözleşmeye arabulucunun dahil olması, arabuluculuk faaliyetinin olması bu olguyu değiştirmez
TBK m. 420’de düzenlenen konu belirli bir isim taşıyan sözleşme değil, işçinin haklarından vazgeçme yasağıdır. Madde işçinin alacağının vazgeçmesiyle değil, ancak ve ancak ifa ile sona erebileceğini düzenlemiştir(Ekmekçi/Özekes/Atalı. s:137.). Taraflar arasındaki bu sözleşmeye arabulucunun dahil olması, arabuluculuk faaliyetinin olması bu olguyu değiştirmez. Zira arabulucu da sonuçta sözleşmede üçüncü kişi olarak bulunmakta, sözleşmenin niteliğini değiştirmemekte ve usul sözleşmesi niteliğini vermemektedir. Belirtmek gerekir ki arabuluculuk bir yargılama faaliyet değildir. Yargılama faaliyetinin konusu olan davada sulh ve feragat, arabuluculukta geçerli olmadığı gibi arabuluculuk faaliyeti ile iş yargılama süreci de eş değer değildir.
İşçi ve işverenin arabuluculuk faaliyeti sonucunda arabulucu vasıtası ile düzenlediği tutanağın (sözleşmenin) TBK.’un belirtilen kuralarına göre şekil şartlarına tabi tutulması, aşırı yararlanma, yanılma, korkutma ve aldatma durumlarda geçersizliğini ileri sürülmesi olanaklıdır. Arabuluculuk anlaşma tutanağı, kural olarak maddi hukuka ilişkin bir sözleşme olduğuna göre, şekil şartı yönünden 6325 sayılı HUAK hükümlerine tabi tutulmalı, yasadaki şekle uygun yapılmamış ise TBK. 12/2 maddesi uyarınca geçersiz kabul edilmelidir.
Anlaşma tutanağının tarafların iradesi esas alınarak değerlendirilmesi gerekir (TBK. 19) . Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan arabuluculuk anlaşma tutanakları hükümsüzdür(TBK. Mad. 27) .
Gabin (aşırı yararlanma) halinde, arabuluculuk tutanağına karşı bağlı olmadığı bildirilerek alacağın tamamının tahsili veya oransızlığın giderilmesi istemi ile dava açılabilir(TBK. Mad. 28) . Arabuluculuk süreçlerinin işçilik alacaklarını bertaraf etme yönünde bir amaca hizmet etmesi halinde İş Hukuku çerçevesinde bulunabilecek çözümlerden biri de, anlaşma tutanağı kapsamında yapılan ödemelerin, gerçek tazminat ve alacak tutarlarına göre aşırı oransız olması halinde, anlaşmaya varılan hususlarda dava açılabileceğinin kabulüdür(Çil, …. Dava Şartı Olarak Arabuluculuk. s:49).
Anlaşma tutanağı; yanılma (hata, TBK. Mad. 30 vd , Ki, TBK. Mad. 31/1.5 “Yanılanın, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa, bunun esaslı bir yanılma olduğunu kabul etmiştir. Kısaca gabin halini yanılma olarak belirtmiştir), aldatma (TBK. 36.) ve korkutma (TBK. 37) hallerinde imzalanmış ise geçersizliği ileri sürülebilir.
6098 sayılı TBK’nın 39 uncu maddesine göre “Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır. Somut uyuşmazlıkta dava 08.07.2021 tarihinde açıldığına göre hak düşürücü süre içinde açılmıştır.
Taraflar arasındaki ihtiyari arabuluculuk tutanağı, maddi anlamda bir sulh sözleşmesi olup, yukarda belirtilen yasal emredici kurallar kapsamında incelenmesi gerekir. Bu tutanağın özellikle aşırı yararlanma kapsamında geçersizliği ileri sürüldüğüne göre davacının kuruma başvurusu sağlanarak iş kazası tahkikat dosyası getirtilmeli, dosya kapsamında taraf vekillerince sunulan deliller değerlendirilerek ve mahkemece iş kazasına dayanan tazminat davalarında dairemiz yerleşik ihtiyaçlarına uygun olarak kusur ve destek zararı hesaplanmalı, anlaşma ile hüküm altına alınan tazminatların ödenip ödenmediği belirlenerek, maddi tazminat yönünden ödenen miktarın ödeme tarihi itibariyle hesaplanacak maddi zararı karşılama oranına (denkleştirme oranına) bakılmalı, manevi tazminat yönünden ise manevi tazminat olarak anlaşılan miktarın ödenmesi halinde manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi de gözetilerek dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre davacının fazlaya ilişkin talep hakkının bulunup bulunmadığı değerlendirilerek gabin ve aşırı yararlanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalı, sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. İhtiyari arabuluculuk tutanağının yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular kapsamında geçerliliği değerlendirilmeden soyut gerekçeler ile ihtiyari arabuluculuk tutanağının iptaline karar verilmesi hatalı olmuştur.( Y 10. HD 12.09.2024 T, 2023/2864 E., 2024/8516 K.)
İbranamenin geçerli olduğunun isticvap yoluyla kabul edilmesi mümkün olmayıp geçerliliğinin 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki şartları taşıyıp taşımadığına bakılarak belirlenmesi gerekir
6100 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre isticvabın konusu vakıalar ve onunla ilişkisi bulunan hususlardır. Bu nedenle aynı Kanun’un 171 inci maddesinin ikinci fıkrasında, isticvap olunacak tarafın özürsüz olarak gelmemesi hâlinde sorulan vakıaları ikrar etmiş sayılacağı düzenlenmiştir. Mahkemenin isticvap davetine rağmen gelmeyen davacı isticvap konusu olan “İbraname” isimli belge ve tediye makbuzundaki imzanın kendisine ait olduğu, ibranamedeki ve tediye makbuzundaki 60.000,00 TL’yi elden aldığı hususlarını ikrar etmiş sayılır.
İbranamenin geçerli olduğunun isticvap yoluyla kabul edilmesi mümkün olmayıp geçerliliğinin 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki şartları taşıyıp taşımadığına bakılarak belirlenmesi gerekir. 6098 sayılı Kanun’un yürürlüğünden sonra düzenlenen ibranamenin geçerli olabilmesi için ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka yoluyla yapılması gerekmekte olup aksi takdirde ibraname “kesin hükümsüz” kabul edilmektedir. Ancak, dava konusu ibraname ekinde davacının imzasını taşıyan tediye makbuzu da bulunduğundan, usulüne uygun isticvap davetine rağmen gelmeyen davacıya tediye makbuzunda belirtilen miktarla sınırlı olarak davalı tarafından ödemenin yapıldığının kabul edilmesi gerekir. (Y 9. HD 22.03.2023 T, 2023/4756 E., 2023/4175 K.)
TBK’nın 420 nci madde hükmüne göre işçi ve hak sahibine yapılacak ödemenin hakkın gerçek tutarını karşılaması gerekmektedir, ödemeden artan yani davacının karşılanmayan bakiye alacak kısmı için tazmin talep etme hakkı devam etmektedir
TBK’nın 420 nci maddesine göre “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur. İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.”
Kural olarak yapılmış ödemenin bu miktar ile sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde Yargıtay kabulüne göre ödemeden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık orantısızlığın bulunmaması koşulu aranıyordu, ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Tür Borçlar Kanunu dönemi için ise yukarıda işaret olunan açıklamalar ile 420 nci madde hükmüne göre işçi ve hak sahibine yapılacak ödemenin hakkın gerçek tutarını karşılaması gerekmektedir, ödemeden artan yani davacının karşılanmayan bakiye alacak kısmı için tazmin talep etme hakkı devam etmektedir.
Öte yandan davanın hukuksal niteliği gereği davalı, temyiz aşamasında dava konusu borcu söndüren nitelikte bir belge vermiş veye iddiada bulunmuş ise bu belge üzerinde gerekli inceleme yapılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekir. Gerçekten de, yargılamada davayı inkâr eden davalının savunması borcun bulunmadığı savunmasını da kapsar. O nedenle, davalının borcun ne sebeple bulunmadığını açıklama ve iddianın aksine, delillerini ikame etme hakkının ortadan kalktığından söz edilemez. Belirtilen nedenlerle, temyiz aşamasında sunulan ve borcu söndüren bir belgenin varlığı karşısında savunmanın genişletilmesi yasağından da söz edilemeyecektir.
Sonuç itibariyle; yargılama aşaması henüz tamamlanmamış böyle bir durumda, borcu itfa eden belgenin söz konusu olduğu hallerde, dava sonuçlanıp kesinleşmemiş ise ibraz edilen ve borcu söndüren yazılı belgenin dikkate alınması gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.07.2007 gün 2007/13-453 Esas ve 2007/453 Karar sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.
Somut olayda davalı … tarafından maddi tazminat olarak belirlenen ve ilk kararda da aynı şekilde hüküm altına alınan miktarların davacılar tarafından açılan ilama dayalı olarak başlatılan icra takibi neticesinde Bursa 16. İcra Dairesinin 2015/3805 Esası üzerinden yapmış olduğu icra takibi nedeniyle ferileri ile beraber davacılara 80.149,00 TL ödenmiş olduğunun iddia edilmiş olması karşısında davacıların maddi tazminat alacaklarının ödeme yoluyla dava açıldıktan sonra karşılanıp karşılanmadığı giderek maddi istemler hakkında davanın konusuz kalıp kalmadığı hususunda bir karar verilmesi gerekip gerekmediği değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Öte yandan kabule göre de asıl ve birleşen davada ayrı ayrı hüküm kurulması müteselsil sorumluluğa dayalı tazminat istemine dayalı sonraki açılan dava yönünden tahsilde tekerrür olmama kaydıyla maddi tazminatlara hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde asıl ve birleşen davalar ayrı ayrı gösterilmeden hüküm tesisi de hatalı olmuştur.( Y 10, HD 25.06.2024 T, 2023/3587 E., 2024/7059 K.)
Davalı işveren ile davacı arasında 21.10.2013-25.07.2014 tarihleri arasında … ilişkisinin mevcut olduğu ve 25.07.2014 tarihinde sona erdiği, ibra sözleşmesinin davalı işveren yetkilisinin imzasının bulunmaması nedeniyle geçersiz olduğu düşünülse dahi davacının icra takibine dayanak belge gereğince … ilişkisinden kaynaklanan ücret ve tazminat alacaklarını talep ettiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla ve davacının hizmet süresi nazara alındığında ibra sözleşmesine konu alacakların ücret ve ihbar tazminatı olduğu sabit olmakla İlk Derece Mahkemesi tarafından alınan ve davacının ücret ve ihbar tazminatı alacaklarının hesaplandığı 31.08.2021 tarihli bilirkişi raporu da bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verilmesi gerekir
Somut uyuşmazlıkta; davacının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarında 01.03.2014-25.07.2014 tarihleri arasında davalı işveren nezdinde çalışmalarının kayıtlı olduğu ve SGK’ya verilen işten ayrılış bildirgesinde işten ayrılış nedeninin 04 kod numarası ile “Belirsiz süreli … sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi” olarak bildirildiği, ayrıca dosyada mevcut davacıya ait Yapı Kredi Bankası hesap hareketlerinden ibra sözleşmesinde belirtildiği üzere 23.07.2014 tarihinde 5.420,00 USD ödeme yapıldığı görülmektedir.
İtirazın iptaline konu … 19. İcra Müdürlüğünün 2016/6042 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı (davacı) Mehmet Germeşik tarafından borçlu (davalı) … aleyhine 11.012,00 USD ücret ve tazminat bakiye alacağının ilâmsız takibe konulduğu, borcun sebebinin 12.08.2014-25.07.2014 tarihli ibranameden kaynaklanan bakiye alacak olarak belirtildiği ve ekinde sunulan 25.07.2014 tarihli “İbra Sözleşmesi” başlıklı belgede; “… Mehmet Germeşik’nin işveren Ocean Energy Fze … İrtibat Bürosun’dan mevcut toplam alacağı 43.200,23 TL karşılığı olan 20.667,00 … Doları dır. 2. Ödeme şekli ve tarihi şu şekildedir; işveren tarafından Mehmet Germeşik’nin …IBAN nolu hesabına 23/07/2014 tarihinde 5.420,00 TL … Doları ödenmiştir. Kalan 15.247,00 … Doları 12/08/2014 tarihinde ..IBAN nolu hesabına yatırılacaktır. 3. … bu ödemenin yapılması halinde şirket nezdinde doğan alacak kalemlerinin tamamı faizi dahil olmak üzere ödenmiş olacak ve Mehmet Germeşik’nin işveren Ocean Energy Fze … İrtibat Bürosun’ dan tüm çalışma süresine ilişkin her hangi bir hak ve alacağı kalmayacaktır. Mehmet Germeşik fazlaya ilişkin haklarından gayri kabili rücu şekilde feragat etmektedir.4…. Sözleşmeyi anlaşma yoluyla sona eren Mehmet Germeşik, … sözleşmesi nedeni ile herhangi bir konuda Şirket aleyhine dava açmayacağını ve tüm konularda tam bir şekilde kabil-i rücu olmak üzere ibra ettiğini belirtir. …” şeklinde ibarelerin yazılı olduğu; ibra sözleşmesinde sadece davacının imzasının bulunduğu, borçlu (davalı) … vekilinin borca, faize ve fer’ilere itiraz ettiği ve yine borcu kabul anlamına gelmemekle birlikte icra takibinin dayanağı olarak sunulmuş ibra sözleşmesinde borçlu (davalı) yetkilisinin imzasının bulunmaması sebebi ile belgeyi de kabul etmediklerini belirttiği anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; davalı işveren ile davacı arasında 21.10.2013-25.07.2014 tarihleri arasında … ilişkisinin mevcut olduğu ve 25.07.2014 tarihinde sona erdiği, ibra sözleşmesinin davalı işveren yetkilisinin imzasının bulunmaması nedeniyle geçersiz olduğu düşünülse dahi davacının icra takibine dayanak belge gereğince … ilişkisinden kaynaklanan ücret ve tazminat alacaklarını talep ettiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla ve davacının hizmet süresi nazara alındığında ibra sözleşmesine konu alacakların ücret ve ihbar tazminatı olduğu sabit olmakla İlk Derece Mahkemesi tarafından alınan ve davacının ücret ve ihbar tazminatı alacaklarının hesaplandığı 31.08.2021 tarihli bilirkişi raporu da bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm kurulması hatalıdır.( Y 9. HD 18.10.2022 T, 2022/9580 E., 2022/12697 K.)
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde öngörülen unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir
Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin kıdem tazminatı yönünden geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132. maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.
İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.
Somut olayda, dosyaya davacıya kıdem tazminatı ödemesi yapıldığına ilişkin 29.07.2010 tarihli ve 13.595,85 Euro tutarlı ödeme belgesi ile 28.07.2010 tarihli ibraname başlıklı davacının imzasını havi belgeler sunulmuştur. Davacının iş sözleşmesinin 14.02.2010 tarihinde feshedilmiş olduğu ve ibranamenin 28.07.2010 olması gözetilerek ibranamenin, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndan önce 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde düzenlendiği anlaşılmaktadır. Dosyada bulunan ibranamenin makbuz niteliğinde olduğu anlaşılmakla, yapılan ödemelerin mahsubu ile varsa bakiye kıdem tazminatı alacaklarının hüküm altına alınması gerekirken, bu husus gözetilmeden kıdem tazminatı talebinin reddine dair karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. ( Y 9. HD 15.09.2021 T, 2021/7918 E., 2021/11978 K.)