Davada Sürelerin Belirlenmesi
Sürelerin belirlenmesi HMK m. 90’de düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir;
MADDE 90- (1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.
(2) Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.”
Madde metninde de belirtildiği üzere süreler ya kanunla belirlenir ya da hakim tarafından belirlenir.
Hakim kanunda belirlenen süreleri, gene kanunda belirtilen istisnalar dışında uzatamaz veya kısaltamaz. Zira kanuni süreler üzerinde hakimin tasarruf hakkı yoktur. Hakim kendi belirlediği süreleri ise haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.
Sürelerin Başlaması
Sürelerin başlaması HMK m. 91’de düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir;
MADDE 91- (1) Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.”
Buna göre süreler kanunda tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmişse tebliğ; tefhim tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmişse tefhim tarihinden itibaren başlar. Tefhim kararın tarafların yüzüne karşı bildirilmesidir.
Elektronik tebligatta tebliğ işlemi muhatabın e-tebligat adresine ulaştığı tarihi takip eden beş gün sonunda yapılmış sayıldığından süreler de buna göre hesaplanır. (Elektronik Tebligat Yönetmelik m. 9/6)
Sürelerin Bitimi
Sürelerin bitimi HMK m. 92’de düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir;
MADDE 92- (1) Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter.
(2) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.”
Süreler gün olarak belirlenmişse tebliğ ya da tefhim edildiği gün sayılmadan hesap yapılır ve süre son günün tatil saatinin sonunda biter. Ancak elektronik işlemlerde yani UYAP sistemi üzerinden yapılan işlemlerde süre son günün tatil saatinde değil son günün gün sonunda yani 00.00’da biter. ( Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi ile CBS İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik m. 5/10)
Süre hafta, ay ya da yıl olarak belirlenmişse başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter. Örneğin verilen 6 aylık süre 31 Ekim 2024’te işlemeye başlamışsa ve 30 Nisan 2025 tarihinde sona erer.
Tatil Günlerinin Sürelere Etkisi
Tatil günlerinin etkisiHMK m. 93’de düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir;
Tatil günlerinin etkisi
MADDE 93- (1) Resmî tatil günleri, süreye dâhildir. Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter.”
Resmi tatil günleri süreye dahildir yani süreye eklenmez. Ancak eğer sürenin son günü resmi tatile denk gelmişse süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter. Örneğin son gün Cumartesi gününe denk gelmişse, süre Pazartesi günü mesai saati sonunda sona erer.
Kesin Süre
Kesin süre HMK’nın 94. Maddesinde düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir;
MADDE 94- (1) Kanunun belirlediği süreler kesindir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/6 md.) Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Bu takdirde hâkim, tayin ettiği kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını açıkça tutanağa geçirerek ihtar eder. Kesin olduğu belirtilmeyen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir; bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez.
(3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.”
Kesin süreye rağmen ilgili taraf, verilen süre içinde ilgili işlemi gerçekleştirmezse o işlemi yapma hakkını kaybeder. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmiş olması da fark etmez. Kanunun belirlediği kesin süre kamu düzenindendir ve mahkemece resen göz önünde bulundurulur.
Kesin süre üç şekilde olabilir;
a.Kanun tarafından belirlenen kesin süre
Bir süre kanun tarafından kesin süre olarak belirlenmişse hakim bu süreyi uzatamaz ve kısaltamaz.
b. Hakim tarafından belirlenen kesin süre
Hakim tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Ancak bunun sonuç doğurabilmesi için hakimin tayin ettiği kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklaması ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını açıkça tutanağa geçirerek ihtar etmesi gerekir, aksi halde verilen süre kesin süre sayılmaz.
Hakim tarafından kesin süre verilirken;
1)Kesin süreye konu işlemin gerekli ve tarafların yerine getirebileceği bir işlem olması,
2)Verilen sürenin işlemin yapılması için yeterli ve makul bir süre olması, duruşma gününe kadar kesin süre nedeniyle yapılacak işlem sonrası başka bir işleme gerek yok ise bu sürenin takip eden duruşma gününe kadar verilmesi,
3)Yapılacak iş veya işlemler birer birer, varsa masraflarının da miktarıyla birlikte açıkça gösterilmesi,
4)Sürenin kesin olduğu ve sonuçlarının tarafa açıklanması zorunludur.
c. İkinci kez verilen sürenin kanunen kesin süre olması
HMK m. 94/2’ye göre kesin olduğu belirtilmeyen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir; bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez.
Süreler İle İlgili Yargıtay Uygulamaları
Kesin süre ve sonuçları konusunda davacı vekiline muhtıra çıkarılması
Davanın reddine ilişin hükmü temyiz eden davacı … vekilinin temyiz karar harcını yatırmadığı anlaşıldığından, tamamlaması için davacı vekiline muhtıra çıkarılması, verilecek yedi günlük kesin süre içerisinde temyiz karar harcını tamamlaması, verilen kesin süre içinde temyiz harcının tamamlanmaması halinde Mahkemece başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verileceği hususunun çıkarılacak muhtırada uyarı yapılması, tebliğ tarihinden itibaren yedi günlük kesin sürenin dolmasının beklenmesi, verilen kesin süre içinde harcın tamamlanması halinde dosyanın temyiz incelemesi için gönderilmesi, tamamlanmaması halinde ise, Mahkemece, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilerek, yedi günlük temyiz süresinin beklenmesinden sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir. (Y 8.HD 15.10.2018 T, 2017/7957 E., 2018/17303 K.)
Kesin süreye ilişkin muhtıra usulüne uygun olmalıdır
Mahkemece, kararı temyiz eden davalılardan… Dan. Taah. İnş. Bilg. Gıda San ve Tic. Ltd Şti vekili tarafından temyiz sırasında temyiz harçlarını yatırmadığı gerekçesiyle davalı vekiline bu eksikliği tamamlaması için muhtıra gönderildiği, ve muhtıradaki eksiklikleri tamamlaması için bir haftalık kesin süre verildiği, verilen bir haftalık kesin süre içerisinde belirtilen eksiklikleri ikmal etmesine, aksi takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceği hususundaki muhtıranın davalı vekiline 30/03/2021 tarihinde tebliğ edildiği, tebliğ tarihinden itibaren belirtilen kesin süre geçmesine rağmen müracaatla masrafları ikmal etmediği anlaşılmışsa da, dosyada usulüne uygun bir muhtıraya rastlanmadığından;
Davalı… Dan. Taah. İnş.Bilg.Gıda San ve Tic. Ltd Şti’ye usulüne uygun bir muhtıra çıkartılıp tebliğ şerhinin de eklenmesi, davalının kararı temyiz edip etmediği hususunda da bir karar verilmesi için dosyanın tekrar Dairemize gönderilmek üzere Mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 17.05.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (Y9.HD 17.05.2021 T, 2021/4765 E., 2021/9028 K.)
Usulüne uygun muhtıraya rağmen kesin süre içinde temyiz harcı yatırılmazsa temyiz istemi reddedilir
5521 sayılı… Mahkemeleri Kanunu’… …maddesine göre… mahkemesinden verilen kararlar tefhim… tebliğ tarihinden itibaren sekiz … içinde temyiz olunabilir. …süre içinde temyiz dilekçesinin hakime havale edildikten sonra temyiz defterine kaydının yaptırılması… harcının yatırılması gerekir. Temyiz süresi içinde temyiz dilekçesi temyiz defterine kaydedilmiş, ancak harç yatırılmamış …, harç… temyiz giderlerinin yatırılması için ilgili tarafa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’… geçici …maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’… …. madde yollaması … aynı Kanun… …. maddesi gereğince işlem yapılması… yedi günlük kesin süre verilmesi gerekir. Sekiz günlük süre içinde temyiz edilmeyen, temyiz defterine kaydı yapılmayan veya verilen kesin süre içinde temyiz harç… gideri yatırılmayan kararlar kesinleşmiş olur.
Harç ödeme muhtırasının…….2015 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, eksik harcın kesin süre içinde yatırılmadığı anlaşıldığından mülga 1086 sayılı Kanun… …. maddesi gereğince süre aşımı sebebiyle temyiz isteminin REDDİNE, nispi temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, ……2016 gününde oybirliği … karar verildi. (Y22.HD … 2016 T, 2016/28286 E., 2016/22316 K.
Sürenin son günü resmi tatil gününe denk gelirse süre tatil bitiminin mesai saati bitiminde sona erer
Sürelere ilişkin olarak HMK’nun 91’inci maddesinde “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar” 92’inci maddesinde“ (1) Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. (2) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter. (1) Resmî tatil günleri, süreye dâhildir. Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter” hükmü yer almaktadır.
Somut olayda; mahkemece gider avansının yatırılması hususunda davacı tarafa kesin süre verilmiş, verilen kesin süresi içerisinde işlem yapılmadığı gerekçesi ile davanın usulden reddine karar verilmiştir. Ne var ki; mahkemece sürenin son gününün resmi tatil gününe denk geldiği ve verilen kesin sürenin gereğinin tatil bitimi ilk gün mesai saati içerisinde yerine getirildiği gözardı edilerek karar verilmiş olması yerinde görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
Hal böyle olunca; mahkemece yapılacak iş verilen kesin sürenin gereğinin süresi içerisinde yerine getirildiği hususu dikkate alınarak yargılamaya devamla esas hakkında bir karar vermekten ibarettir. (Y7.CD 17.01.2013 T, 2012/4364 E., 2013/189 K.)
Süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar
Bölge adliye mahkemesi kararında, davacı erkek vekiline istinaf harcının yatırılması için muhtıra gönderildiği, muhtıranın davacıya usulüne uygun olarak tebliğ edildiği ancak erkeğin verilen kesin süre içinde istinaf harcını yatırmadığı gerekçesiyle davacı erkeğin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 91. maddesine göre, süreler taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar. Yine, HMK m. 345/l’e göre istinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararının davacı erkek vekiline tebliğ edilmesinden önce, erkeğin istinaf talebinde bulunması hukuki sonuç doğurmaz. Davacı erkeğin istinaf talebinin incelenmemesi yerinde olmamış bu sebeple bölge adliye mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir. (YHD2.HD 26.03.2019 T, 2018/5180 E., 2019/3469 K.)
Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması halinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesince, davalı vekili tarafından 28.06.2017 tarihinde yapılan süresinde olmayan istinaf başvurusunun HMK’nin 352. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istemine ilişkindir .
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, gerekçeli kararın davalı yana 12.06.2017 tarihinde tebliğ edildiği, 2017 yılında resmi tatil olan Ramazan Bayramı’nın birinci gününün 25 Haziran Pazar gününe, son günü olan üçüncü gününün ise 27 Haziran Salı gününe denk geldiği, davalı vekilince 28.06.2017 tarihinde resmi tatilin hemen bitimini takiben istinaf başvurusunun yapılmış olduğu , bölge adliye mahkemesince 28.06.2017 tarihli istinaf başvurusunun süresinde olmadığından bahisle istinaf başvurusunun usulden reddine karar verildiği sabittir .
6100 sayılı HMK’nin 91.maddesi: “(1) süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar ” , 93.maddesi ise: “(1) Resmî tatil günleri, süreye dahildir . Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması halinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter.” hükümlerini içermektedir.
Somut olayda, davalı vekilince, yasal istinaf süresinin son günü resmi tatile gelmesi akabinde, resmi tatilin bittiği günü takip eden tarihte istinaf başvurusunda bulunulmuş olup, istinaf başvurusu süresi içerisinde yapılmasına karşın Bölge Adliye Mahkemesince yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş olması doğru değildir. (Y8.HD 18.02.2021T, 2018/11303 E., 2021/1410 K.)
İstinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlar ve süre tutum dilekçesi vermenin bir etkisi yoktur
Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve resen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanun’da, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
Zira Kanun’un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez, s.454).
Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 7036 sayılı Kanun’da (ve mülga 5521 sayılı Kanun’da), HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
Bir dilekçe ile kanûni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi halde hak düşer (Özekes; Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez, s.2220).
Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli, 2003/13-581E., 2003/527K., sayılı kararında da “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada ‘müddeti muhafaza’ olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.
İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre sonrasının “makul süre” olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirsiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
Bu durum yukarıda tarif edilen hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 25.11.2020 tarihli, 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Somut olaya gelince; İlk derece mahkemesince 21.06.2018 tarihinde karar verildikten sonra davalı AYEDAŞ vekilince süresinde gerekçeli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulduğu, davacılar vekilinin de kararın 08.08.2018 tarihinde tebliğ üzerine 06.09.2018 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesi verdiği, davalı Özer Elektrik İnşaat Taahhüt Sanayi ve Dış Tic. Ltd. Şti. vekilinin ise kararın tefhiminden sonra 04.07.2018 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, aynı gün istinaf harçlarını yatırdığı, gerekçeli kararın 08.08.2018 tarihinde tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 06.09.2018 tarihinde iki haftalık süre geçtikten sonra ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince davalı Özer Elektrik İnşaat Taahhüt Sanayi ve Dış. Tic. Ltd. Şti’nin vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddedildiği görülmüştür.
Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; İlk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davalı … vekilinin 7036 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalı … vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır. (YHGK 16.07.2020 T, 2021/13 E., 2021/301 K.)
Süre tutum dilekçesi verilmesine rağmen ğerekçeli istinaf dilekçesi verilmemişse, HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının yalnızca kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerekir
Kesin sürenin kaçırılması hâlinde bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez Usûl, s.467).
Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve re’sen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunda, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
Zira Kanun’un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez Usûl, s.454).
Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 7036 sayılı Kanun’da (ve mülga 5521 sayılı Kanun’da) ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
Bir dilekçe ile kanûni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme, zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Muhammet: “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan”, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
Uygulamada yapıldığı üzere kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usûl, s.2220).
Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581 E., 2003/527K. sayılı kararında da; “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada ‘müddeti muhafaza’ olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır…” yönünde açıklamalar yapılarak sonuç olarak hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir.
İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresinden sonrasına sarkacak şekilde ek bir süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre sonrasının “makul süre” olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi de gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılan bireysel başvuru kapsamında verdiği kararda; kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra gerekçeli istinaf dilekçesinin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri tarafından yapılan yorumun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi, mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediği belirtilerek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
Somut olayda ilk derece mahkemesi kısa kararının 29.03.2018 tarihinde tefhim edilmesi üzerine davalı TKİ vekilinin 02.04.2018 harç ve havale tarihli süre tutum dilekçesi vererek istinaf yoluna başvurduğu, gerekçeli kararın 21.05.2018 tarihinde tebliğinden sonra ise 06.06.2018 havale tarihli gerekçeli istinaf dilekçesi ibraz ettiği, bölge adliye mahkemesince gerekçeli istinaf dilekçesinin kanunda öngörülen süreden sonra verildiği belirtilerek süre tutum dilekçesi kapsamında kamu düzeni yönünden inceleme yapılarak ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle davalı TKİ vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği görülmüştür.
Somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli kararda açıklanması nedeniyle istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ edilmesi ile başladığı, davalı TKİ vekilinin karar tarihinde yürürlükte bulunan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayan iki haftalık istinaf başvuru süresi içinde istinaf nedenlerinin açıklandığı istinaf dilekçesi vermediği dikkate alındığında, bölge adliye mahkemesi tarafından davalı TKİ vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesinin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır. (YHGK 16.12.2021 T, 2020/327 E., 2021/1698 K.)
Davalı vekili tarafından süre tutum dilekçesi verildikten sonra gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresinde ve usule uygun olarak sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapılması bozma nedenidir
Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesi sunmadığı gerekçesiyle sadece kamu düzenine ilişkin inceleme yaparak istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş ise de, davalı vekili süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan istinaf başvuru sebeplerini içermeyen dilekçesiyle 30.03.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurduktan sonra ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararının 08.05.2017 tarihinde tebliği üzerine yasal süre içerisinde olan 16.05.2017 tarihinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini UYAP sistemi üzerinden usulüne uygun şekilde sunmuştur.
Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekili tarafından süresinde ve usule uygun olarak sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi, Özel Daire tarafından da esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması ve akabinde verilen bozma kararına ilişkin ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilmesi isabetsizdir.
Nitekim bu durum hukuk devletinin bir ilkesi olan hukukî güvenlik ve belirlilik ilkesi ile adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı ilkesine aykırıdır.
Şu hâlde Özel Daire bozma kararı ile bu karara karşı ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının ortadan kaldırılması gerekir.
Zira Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekili tarafından yasal süresi içerisinde sunulan 16.05.2017 tarihli gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinde ileri sürülen istinaf sebeplerini değerlendirerek ve ayrıca kamu düzenine ilişkin inceleme yaparak oluşacak sonuca göre karar vermelidir. (YHGK 30.11.2021 T, 2019/684 E., 2021/1510 K.)
Süresinde ve usule uygun olarak sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece süre tutum dilekçesi verilmiş gibi kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi bozma nedenidir
Bir dilekçe ile kanunî sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes, Muhammet; “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396 ve 390).
Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usul, s.2220).
Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581E., 2003/527K. sayılı kararında da; “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada ‘müddeti muhafaza’ olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.
İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre sonrasının “makul süre” olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirsiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 18.03.2021 tarihli ve 2021/(21)10-13 E., 2021/301 K.; 25.11.2020 tarihli ve 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
İstinaf yolunda tamamen yeni bir yargılama yapıldığını söylemek mümkün değildir. Asıl amaçlanan ilk derece mahkemesi kararını hukukî ve maddi yönden denetleyerek eksiklikleri gidermek ve hataları düzeltmektir. İlk derece yargılamasının usulüne uygunluğu, vakıa tespitlerinin doğru olup olmadığı, hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığı denetlenmektedir.
İlk derece mahkemesine yönelik istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yaptığı inceleme sonucunda kararın hatalı olduğu tespit edildiğinde bölge adliye mahkemesince esas hakkında karar verilmektedir. İstinafın öncelikli amacı somut olay adaletini gerçekleştirmek olduğundan tarafların iradesi ve tasarrufuna üstünlük tanınması da bu amacın doğal sonucudur. Re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda istinaf mahkemesi taraflarca ileri sürülen sebeplerle bağlı değilse de, taraflarca hazırlanma ilkesini uygulandığı davalarda istinaf sebepleri ile bağlıdır. Bunun yanında istinaf sebepleri karşı tarafın muvafakati olmadıkça değiştirilemez ve genişletilemez. Ancak bu yolla dahi yani karşı tarafın muvafakati ile dahi ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar ileri sürülemeyeceği gibi yeni delillere dayanılamaz ve karşı dava açılamaz.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 361. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği öngörülmüşken aynı Kanun’un 362. maddesi ile de temyize kabil olmayan kararlara ilişkin düzenleme yapılmıştır. Sonuç itibariyle, ilk derece mahkemesinin nihai kararlarına başvurulacak kanun yolunun istinaf, istinaf mahkemesinin nihai kararlarına karşı ise başvurulacak kanun yolu temyiz yoludur.
Somut olayda; ilk derece mahkemesince 30.03.2017 tarihinde verilen davanın kısmen kabulüne dair karara yönelik davalı vekilince istinaf sebepleri yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulmaksızın süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan dilekçeyle 30.03.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin 12.09.2017 tarihli kararı ile davalı vekilinin sadece gerekçe içermeyen istinaf başvuru dilekçesi sunmuş olduğundan kamu düzenine ilişkin inceleme yapıldığı ve kararda kamu düzenine aykırılık teşkil eden bir durum olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bununla birlikte ilk derece mahkemesince düzenlenen 13.10.2017 tarihli yazı ile, davalı vekili tarafından UYAP sistemi üzerinden 16.05.2017 tarihinde gönderilen gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin dosyada bulunmaması nedeniyle istinaf talebinin reddine karar verildiğinin şifahen bildirilmesi üzerine sistemde yapılan kontrolde dilekçenin belirtilen tarih itibariyle gönderilmiş ancak sebebi anlaşılamayan şekilde sisteme kaydının yapılmamış olduğu belirtilerek davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin 23.10.2017 tarihli ve 2017/2775 E., 2017/1062 K. sayılı kararı ile Daireleri tarafından verilen 12.09.2017 tarihli ve 2017/2775 E., 2017/1062 K. sayılı kararla davalının istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verildikten sonra ilk derece mahkemesince düzenlenen yazı ekinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin gönderildiği, ayrıca davalı vekilinin 17.10.2017 tarihinde temyiz isteminde bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Yargıtayın ilgili dairesine gönderilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 12.09.2017 tarihinde verilen davalı vekilinin istinaf başvuru talebinin esastan reddine dair karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece 13.03.2019 tarihli kararı ile davalının sair reddine karar verildikten sonra kıdem tazminatının reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, ilk derece mahkemesince direnme kararı verilmiştir.
Görüldüğü üzere, her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesi sunmadığı gerekçesiyle sadece kamu düzenine ilişkin inceleme yaparak istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş ise de, davalı vekili süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan istinaf başvuru sebeplerini içermeyen dilekçesiyle 30.03.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurduktan sonra ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararının 08.05.2017 tarihinde tebliği üzerine yasal süre içerisinde olan 16.05.2017 tarihinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini UYAP sistemi üzerinden usulüne uygun şekilde sunmuştur.
Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekili tarafından süresinde ve usule uygun olarak sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi, Özel Daire tarafından da esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması ve akabinde verilen bozma kararına ilişkin ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilmesi isabetsizdir.
Nitekim bu durum hukuk devletinin bir ilkesi olan hukukî güvenlik ve belirlilik ilkesi ile adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı ilkesine aykırıdır. ( YHGK 30.11.2021 T, 2019/684 E., 2021/1510 K.)
Temyiz edilen karar temyiz süresi geçtiği halde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Yargıtay’a gönderilmiş ise dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Yargıtay tarafından temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilebilir
Bilindiği üzere; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 90/1. maddesinde; “Süreler, kanunda belirtilir veya hakim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında hakim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez”, aynı Kanunun 92. maddesine göre, “Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.”, 94/1 maddesinde de “Kanunun belirlediği süreler kesindir.” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.
HMK’nın 346. maddesi uyarınca, temyiz dilekçesi kanuni süre geçtikten sonra verilirse, kararı veren mahkemece temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekir. Ancak temyiz edilen karar temyiz süresi geçtiği halde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Yargıtay’a gönderilmiş ise 01.06.1990 tarihli 1989/3 Esas 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Yargıtay tarafından temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilebilecektir.
Somut olayda, mahkemenin temyize konu 10/06/2004 tarihli kararı davalı … … Turz. İnş. Ltd. Şti. Ne daimi işçisi vasfı ile … …’e 22/11/2004 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı şirket vekili temyizinde tebliğ evrakında ismi yazılı … …’in davalı şirketin sigortalı çalışanı olmadığını, tebligatın usulsüz olduğunu, dosyaya ilişkin bilgileri tesadüfen 03/12/2020 tarihinde öğrendiklerini ileri sürmüştür. Davacı Hazine vekilinin temyize cevap dilekçesinde değindiği Urla İcra Müdürlüğü 2019/982 E. (eski 2009/815 E.) sayılı dosyası Dairece müzekkere ile mahallinden istenmiş, tetkikinde; temyize konu karardaki yargılama giderlerinin tahsili amacıyla Urla İcra Müdürlüğü 2009/815 Esas sayılı (yenileme ile 2019/982 E.) dosyasında ilamlı icra takibi başlatıldığı, icra emrinin daimi işçi vasfı ile … …’e 18/05/2009 tarihinde tebliğ edildiği, yine 103 ihbar davetiyesinin (icra davet kağıdı) … …’e 19/09/2012 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle iken, taraflar arasında görülen ve davalı vekilince temyiz incelemesinin birlikte görülmesi talep edilen Urla Asliye Hukuk Mahkemesi 13/05/2004 tarihli ve 2004/73 Esas, 2004/212 Karar sayılı hükümdeki yargılama giderlerinin tahsili amacıyla yapılan icra takip dosyasında davalı şirket çalışanına yapılan tebligat sonrası dosya borcunun ödendiği, böylece 7201 Sayılı Tebligat Kanunun 32. maddesi;“Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.” gereği davalının karardan muttali olduğu anlaşılmıştır. Davacının eldeki temyize konu karardaki yargılama giderleri için giriştiği icra takip dosyasında, icra emrinin tebliğ tarihi olan 18/05/2009 tarihinde gerekçeli kararın davalıya tebliğ edilmiş sayılacağı kuşkusuzdur.
Bu durumda, yasal temyiz süresi geçmiş bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nın 366. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 346/1. maddesi hükmüne göre davalı vekilinin 11/12/2020 havale tarihli temyiz dilekçesinin süreden reddine karar verilmiştir. ( Y1.HD 30/06/2022 T, 2022/3036 E., 2022/5285 K.)
Süresinde verilmeyen temyiz dilekçesinin reddine yönelik kararın temyizi halinde temyizin reddi gerekir
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 90/1. maddesinde; “Süreler, kanunda belirtilir veya hakim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında hakim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez”, aynı Kanun’un 92. maddesine göre, “Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.”, 94/1 maddesinde de “Kanunun belirlediği süreler kesindir.” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.
Somut olayda, asıl ve birleştirilen davada davalı vekiline Mahkeme kararının 06/04/2019 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, davalı vekilince kararın temyiz yoluna başvurma harcı ve temyiz avansı yatırılmadan temyiz edilmesi üzerine, Mahkemece düzenlenen 05/09/2019 tarihli muhtıranın davalı vekiline 10/09/2019 tarihinde tebliğ edildiği, süresi içerisinde belirtilen eksikliğin giderilmemesi üzerine, bu kez Mahkemece temyizin yapılmamış sayılmasına ilişkin 24/09/2019 tarihinde ek karar verildiği ve davalı vekiline ek kararın 30/09/2019 tarihinde tebliğ edildiği, kararın ise 08/10/2019 tarihinde temyiz edildiği, Mahkemece 2. kez süresinden sonra verilen temyiz dilekçesinin 10/10/2019 tarihli ek karar ile reddine karar verildiği ve kararın 15/10/2019 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilince bu kez 13/07/2020 tarihli dilekçe ile hükmün temyiz edildiği, Mahkemece 3.kez 07/09/2020 tarihli ek karar ile talebin reddedildiği ve kararın 14/09/2020 tarihinde tebliğ, 16/09/2020 tarihinde ise temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, yasal temyiz süresi geçmiş bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nın 366. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 346/1. maddesi hükmüne göre asıl ve birleştirilen davada davalı vekilinin asıl ve ek kararlara yönelik temyiz dilekçesinin süreden reddine karar verilmiştir.( Y1.HD 08/06/2022 T, 2022/2367 E., 2022/4659 K.)
Olaydaki 3 aylık süre pazar gününe rastladığından hak düşürücü süre de ertesi gün olan 14.04.2008 (pazartesi) tarihinde sona erecektir
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 92/2. maddesi, “Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.” şeklinde düzenlenmiştir. Düzenlemede bulunan “tatil” kelimesinden, “çalışma-mesai saatinin sonu” anlaşılmalıdır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2021, Yetkin, s. 615.). Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 5/14. hükmündeki “Fizikî ortamda yapılan işlemlerde süre mesai saati sonunda biter” düzenlemesi de aynı doğrultudadır.
Bu düzenlemelere göre, murisin vefat tarihi olan 13.01.2008 tarihine karşılık gelen hak düşürücü nitelikteki 3 ay sonraki gün 13.04.2008 tarihi olup, hafta sonuna (pazar) gününe rastlamaktadır. HMK’nın 93. maddesinin 2. cümlesindeki “…Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter.” düzenlemesine göre somut olaydaki 3 aylık süre pazar gününe rastladığından hak düşürücü süre de ertesi gün olan 14.04.2008 (pazartesi) tarihinde sona erecektir. Eldeki dava, 14.04.2008 tarihinde açılmıştır. Tüm bu nedenlerle her ne kadar mahkemece davanın yasal süre içinde açılmaması sebebiyle reddine karar verilmişse de, dava süresinde açılmış olup, mahkemece hatalı değerlendirme yapıldığından kararın bozulması gerekmiştir. ( Y7.HD 28.04.2022 T, 2022/2102 E., 2022/3242 K.)
İstinaf süresinin son günü pazara denk geliyorsa süre son gün pazartesi günü olur
Uyuşmazlık, dava dilekçesindeki açıklamalar ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, kadastro öncesi sebeplere dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
İlgili Hukuk
Bilindiği üzere; 6100 sayılı HMK’nın 345. maddesinde; “İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.” aynı Kanunun, 92/2. maddesinde; “Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.” 93. maddesinde; ‘”Resmî tatil günleri, süreye dâhildir. Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Somut olayda, İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararının davalı vekiline 31.01.2021 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, istinaf başvuru süresinin 14.02.2021 Pazar günü bittiği, ancak bu tarihin tatil gününe denk geldiği ve böylece son günün 15.02.2021 Pazartesi olduğu, davalı vekilinin de istinaf dilekçesini 15.02.2021 tarihinde verdiği ve dilekçenin yazı işleri müdürü tarafından aynı tarihte havale edildiği, bu durumda istinaf dilekçesinin süresinde olduğu tereddütsüzdür.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin istinaf isteğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, işin esasının incelenmesi gerekirken, 15.02.2021 tarihinde yapılan istinaf başvurusunun süresinde olmadığı kabul edilerek yanılgılı değerlendirme ile davalılar vekilinin istinaf başvurusunun süreden reddine karar verilmesi doğru değildir. (Y1.HD 04/04/2022 T, 2022/829 E., 2022/2750 K.)
Cevap süresinin bitimi adli tatil zamanına rastlarsa HMK’nın 104.maddesi uyarınca adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzar
Her ne kadar İlk Derece Mahkemesince davalının delilleri toplanmamış ve Bölge Adliye Mahkemesince süresinde cevap vermeyen davalının delillerinin toplanmaması isabetli görülmüş ise de cevap süresinin bitiminin adli tatil zamanına rastladığı, bu durumda cevap süresinin son gününün HMK’nın 104.maddesi uyarınca 08/09/2018 tarihine kadar uzadığı, bu tarihin de cumartesi gününe denk gelmesi nedeniyle davalının cevap dilekçesini verebileceği kanuni sürenin son gününün takip eden mesai günü olan 10/09/2018 gününün mesai bitiminde sona ereceği, dolayısıyla davalının cevap dilekçesinin süresinde sunulduğu, hal böyle olunca davalının savunma ve delillerinin toplanmamasının adil yargılanma hakkının ortadan kaldırılması niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, Mahkemece davalı tarafın cevap dilekçesinde gösterdiği delilleri toplanıp tanıkları dinlenerek iddia ve savunma ile toplanan ve toplanacak olan tüm deliller doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir. (Y1.HD 09/02/2022 T, 2021/9621 E., 2022/900 K.)
Yetkili memura tebligat yapılmamışsa süre başlamaz
Anılan Kanun’un 92. maddesine göre; (1) Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. (2) Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.
Dosya kapsamında, Milas Kadastro Mahkemesi’nin 24.01.2018 tarihli kararına karşı davacı Hazine vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Mahkemece ek kararla, HMK’nın 345. maddesine göre 2 haftalık yasal sürenin geçtiği gerekçesiyle, süresinde ibraz edilmeyen istinaf başvuru dilekçesinin 6100 sayılı HMK’nin 341 ila 360. Maddeleri uyarınca süre yönünden reddine karar verilmiştir. Davacı Hazine vekilinin ek karar ve asıl karara karşı istinaf talebinde bulunması üzerine, İzmir Bölge Adliye 16. Hukuk Dairesi’nce, istinafa konu edilen gerekçeli kararın, 30.01.2018 tarihinde, Milas Mal Müdürlüğü-Hazine Avukatlığı’nda görevli olduğu bildirilen … imzasına Tebligat Yasası hükümlerine uygun olarak tebliğ edildiği, buna göre iki haftalık istinaf süresinin 13.02.2018 günü mesai saati bitiminde sona erdiği, buna karşılık davacı Hazine vekilinin 14.02.2018 hakim havale tarihli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurduğu, 6100 sayılı HMK’ nın 345/1 maddesinde öngörülen iki haftalık sürenin dolmasından sonra kararın istinaf edilmiş olması nedeniyle Mahkemesince verilen istinaf süresinin geçmesi nedeniyle davacı Hazine vekilinin istinaf başvurusunun reddedilmesine ilişkin ek kararın doğru olduğu gerekçesi ile davacı Hazine vekilinin istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davacı Hazine vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı Hazine vekili adına tebliğe çıkartılan Milas Kadastro Mahkemesi’nin 24.01.2018 tarihli gerekçeli kararı, … isimli kişi tarafından tebellüğ edilmiş ise de, adı geçenin, tebliğ tarihi olan 30.01.2018 tarihinde, davacı Hazine vekili adına tebligatı almaya yetkili memur olup olmadığı, gerek Mahkeme dosyası içindeki tebliga evraklarından, gerekse İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nin 2018/323 Esas ve 2018/320 Esas sayılı dosyaları arasına aldığı bahsi geçen memurun görevi ile ilgili bilgiler içeren evraklardan anlaşılamamaktadır.
Bu durumda, Milas Kadastro Mahkemesi’nin 24.01.2018 tarihli gerekçeli kararının memur …’e tebliğ tarihi olan 30.01.2018 tarihinde, adı geçenin davacı Hazine vekili adına tebligatı almaya yetkili memur olup olmadığının ilgili birimlerden sorularak, gelecek yazı cevabının dosya arasına alınması ve bundan sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Dairemize gönderilmesi için İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’ne geri çevrilmesine karar verilmiştir. ( Y8.HD 30.09.2021 T, 2021/6288 E. , 2021/9805 K.)
Temyiz süresi geçtiği halde dosya Yargıtay’a gönderilmiş ise Yargıtay tarafından temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilir
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 90/1. maddesinde; “Süreler, kanunda belirtilir veya hakim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında hakim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez”, aynı Kanunun 92. maddesine göre, “ Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter.”, 94/1 maddesinde de “Kanunun belirlediği süreler kesindir.” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.
HMK’nin 346. maddesi uyarınca, temyiz dilekçesi kanuni süre geçtikten sonra verilirse, kararı veren mahkemece temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekir. Ancak temyiz edilen karar temyiz süresi geçtiği halde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Yargıtay’a gönderilmiş ise 01.06.1990 tarih 1989/3 Esas 1990/4 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararı gereğince, dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Yargıtay tarafından temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilebilecektir.
Değerlendirme
Somut olayda, yerel mahkemenin temyize konu 12.11.2019 tarihli kararı davalı … vekili Av. …’a 15.01.2020 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş; davalı … vekili tarafından 11.07.2020 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Bu durumda, yasal temyiz süresi geçmiş bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nin 366. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 346/1. maddesi hükmüne göre davalı vekilinin temyiz dilekçesinin süreden reddine karar verilmelidir. (Y1.HD 21/03/2022 T, 2021/5644 E., 2022/2287 K.)
Yeniden kesin süre verilirken dosyadaki bakiye keşif avansının mahsup edilerek bu hususun açıkça belirtilmemiş olması yerinde değildir
Mahkemece davacı … vekiline 13.03.2012 tarihli oturumda keşif avansını yatırmak üzere kesin süre verildiği, ara kararında avans dökümünün ayrıntıları ile tutanağa geçirildiği ve verilen kesin sürenin sonuçlarının açıklandığı halde, keşif avansının süresi için yatırılmadığı ve bu nedenle davacı …’ın keşif deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığı, mevcut delil durumuna göre de davasını ispatlayamadığı kabul edilerek karar verilmiş ise de, mahkemenin kabul ve değerlendirmesi dosya içeriğine uygun bulunmamaktadır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/1. maddesi hükmüne göre, “Taraflardan her biri dava harcını, dinlenmesini talep ettiği tanık ve bilirkişi ücretini ve diğer yargılama giderlerini karşılamak zorundadır. Davacı, hakim tarafından belirlenen kesin süre içerisinde gerekli giderleri mahkeme veznesine yatırmadığı takdirde, onunla ilgili delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılır.” Bu hüküm nedeniyle mahkemece yapılan uygulamada kural olarak bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacı … tarafından bozma kararından önce yatırılan ilk keşif avansının üçte ikisi ile ikinci keşif avansının tamamının karşılandığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde bozma kararından sonra da 30.05.2008 tarihli oturum ara kararı uyarınca öngörülen keşif avansının da 03.07.2008 tarihinde 326.12 lira olarak … vekili tarafından yatırıldığı görülmektedir. …’ın yatırdığı keşif avansları ile bozma kararından önce iki kez keşif yapılmış; verilen karar yukarıda açıklandığı gibi araştırmaya yönelik olarak bozulmuştur. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sırasında da … tarafından keşif avansı yatırılmış; verilen keşif kararlarına rağmen yetkili hakimin Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalarını yapmak zorunda kalması dahil olması olmak üzere değişik nedenlerle keşif yapılamamıştır. … tarafından yatırılan 326.12 liralık keşif avansından, sonraki keşif kararlarının icrası amacıyla yerel bilirkişi ve tespit bilirkişilerine tebligatlar çıkarılmış olsa bile, mahkeme heyeti yolluğu ile uzman bilirkişi ve araç ücretinin kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, … vekiline yeniden kesin süre verilirken dosyadaki bakiye keşif avansının mahsup edilerek bu hususun açıkça belirtilmemiş olması yerinde değildir. Yine 13.03.2012 tarihli ara kararında, davacı …’ın müştereken ve müteselsilen sorumluluğuna karar verilen Sultan Yüksel’in o tarihte ölü olması ve davanın mirasçısı tarafından takip ediliyor olması nedeniyle de verilen ara kararında isabet bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, usul ve yasaya aykırı ara kararına uyulmaması nedeniyle davacı aleyhine hüküm kurulması isabetsiz olup, davacı … vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir. ( Y16.HD 04.12.2012 T, 2012/6214 E., 2012/10257 K.)
Keşif günü keşif masrafı yatırılmış olmasına ve keşif icra edilmesine rağmen, kesin süre içinde ücret yatırılmadığından bahisle davacının keşif delilinden vazgeçilmiş sayılması ile davanın reddine karar verilmez
6100 sayılı HMK’nın 90. maddesi gereğince; süreler, kanunda belirtilir veya hakim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.
Aynı yasanın 94. maddesi gereğince; kanunun belirlediği süreler kesindir. Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre ise kesindir ve yeniden süre verilemez. Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.
Kanun ya da hakim tarafından tayin edilmiş olan kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen işlem bazen davanın kaybedilmesi sonuçlarını da doğurabilmektedir. Davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konulan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Bu nedenle de hakim tarafından kesin süre verilirken;
1)Kesin süreye konu işlemin gerekli ve tarafların yerine getirebileceği bir işlem olması,
2)Verilen sürenin işlemin yapılması için yeterli ve makul bir süre olması, duruşma gününe kadar kesin süre nedeniyle yapılacak işlem sonrası başka bir işleme gerek yok ise bu sürenin takip eden duruşma gününe kadar verilmesi,
3)Yapılacak iş veya işlemler birer birer, varsa masraflarının da miktarıyla birlikte açıkça gösterilmesi,
4)Sürenin kesin olduğu ve sonuçlarının tarafa açıklanması zorunludur.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda mahkemece, davacı yana keşif delili masrafını yatırması için iki haftalık kesin süre verildiği, avansın yatırılmadığı, davacının bu delilden vazgeçmiş sayıldığı, dosyada mevcut delillere göre, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiş ise de; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu verilen karar usul ve yasaya uygun değildir.
Şöyle ki; mahkemece, 08.04.2021 tarihli celsede davacı yana; keşif delil avansını yatırmak üzere iki haftalık kesin süre verilmiş olup, davacı tarafından keşif (04.06.2021) tarihinde (gider avansı adı altında) 1.700 TL’nin mahkeme veznesine yatırıldığı görülmektedir. Nitekim mahkemece, 04.06.2021 tarihinde (tarafların yokluğunda) keşif icra edildikten sonra keşif delilinden vazgeçilmiş sayılarak; mevcut delillere göre karar verilmiştir.
Bu durumda Mahkemece, bozma ilamı, toplanmış ve/veya toplanacak olan deliller birlikte değerlendirilerek dosya kapsamına uygun bir karar verilmesi gerekirken az yukarıda açıklanan ilkelere aykırı ara karar üzerinden yazılı şekilde sonuca gidilmesi doğru değildir. (Y7.HD 13.09.2022 T, 2022/2565 E. , 2022/5096 K.)
Mahkemece verilen sürenin yeterli ve makul bir süre olması gerekir, terditli kesin süre verilmesi yeterli ve doğru değildir
Davacıların murisi …’nin davalılardan … ile …’ın vekili … ‘tan Şanlıurfa 1.Noterliğinin 30.06.2011 tarih ve 17910 yevmiye numaralı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile …,… parsel sayılı taşınmazı 5.000.00TL bedelle hak ve hisselerini satın aldığını, bedelini ödediğini, murisi …’nin 21.07.2021 tarihinde vefat ettiğini, sözleşme gereği dava konusu taşınmazın cebren tesciline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.
30.06.2011 tarihli düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinde vaat alacaklısı olan davacılar murisi …’nin Şanlıurfa 4. Noterliğinin 16.05.2014 tarihli mirasçılık belgesine göre dava tarihinden önce 2012 yılında öldüğü, mirasçı olarak davacılar ile birlikte dava dışı, …, …, …, … ve …’yi bıraktığı, davanın bir kısım mirasçılar tarafından açıldığı, dava dışı mirasçılardan muvafakat alınması veya terekeye temsilci atanması için mahkemece 8.12.2020 tarihli celsede’’Davacı tarafa dava dışı …, …, …, …, …’nin davaya muvafakatinin alınması için 1 aylık kesin süre verilmesine, bunun mümkün olmaması halinde TMK madde 640 uyarınca davacı tarafa miras şirketine temsilci atanması için 2 aylık kesin süre verilmesine, bu sürelere riayet edilmediği taktirde davanın dava şartı yokluğundan usulden reddedileceğinin ihtarına….’’ karar verilmiştir. 30.03.2021 tarihli celsede de dava usulden red edilmiştir.
Davacı vekili gerek dilekçe ile gerek celsedeki beyanında mirasçılardan … ve …’nin % 90 engelli olup kısıtlı konumunda olduklarını bu nedenle taraflarınca muvafakat verilmesinin mümkün olmadığını ancak vasileri aracılığı ile ilgili işlemi gerçekleştirebileceklerini belirtmiş yapılan yargılamanın 30.03.2021 tarihli duruşmasında ise engelli … ve … ile ilgili vasi atanması için taraflarına yetki verilmesini istemiş ve bu kişilere ait raporları da dosyaya sunmuştur. Dosya içinde mirasçı …’ye ait vasilik kararı bulunmasına rağmen vasiye ait vekaletname bulunmamaktadır. Yine yaşı küçük olduğu ve annesi tarafından vekalet verildiği bildirilen …’nin de vekaletine dosya içinde rastlanmamıştır. Tüm bu eksikliklerin tamamlanması için mahkemece verilen süre yeterli ve makul bir süre olması gerekirken ‘’ muvafakat alınması için 1 aylık, olmazsa temsilci atanması için 2 aylık süre verilmesi’’ şeklinde terditli kesin süre verilmesi yeterli ve doğru görülmemiş hükmün bozulması gerekmiştir. (Y7.HD 30.03.2021 T, 2021/6416 E., 2022/111 K.)
Usule uygun olmayan ihtarla kesin süre ve harç tamamlatılmasına karar verilmesi hatalıdır
Kanun ya da hakim tarafından tayin edilmiş olan kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen işlem bazen davanın kaybedilmesi sonuçlarını da doğurmaktadır. Davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Bu nedenle de hakim tarafından kesin süre verilirken;
1-Kesin süreye konu işlemin gerekli ve tarafların yerine getirebileceği bir işlem olması,
2-Verilen sürenin işlemin yapılması için yeterli ve makul bir süre olması, duruşma gününe kadar kesin süre nedeniyle yapılacak işlem sonrası başka bir işleme gerek yok ise bu sürenin takip eden duruşma gününe kadar verilmesi,
3-Yapılması gereken iş veya işlemler birer birer, varsa masraflarının da miktarıyla birlikte açıkça gösterilmesi,
4-Sürenin kesin olduğu ve sonuçlarının tarafa açıklanması zorunludur.
Kamu düzenine ilişkin olan 492 sayılı Harçlar Kanununun 27. ve devamı maddelerinde, dava açılırken ödenmesi gerekli olan harçlar ile eksik harcın yatırılmış olması halinde yapılacak işlemler açıklanmıştır. Anılan Kanunun 27. maddesinin son fıkrasında, “Harç peşin veya süresinde ödenmemiş ise, müteakip muamelelere ancak harç ödendikten sonra devam olunur” hükmü; 30. maddesinde de, “Mahkeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz” hükmü yer almaktadır. Söz konusu açık yasal düzenlemeler gereğince dava açılırken dava değerine göre peşin olarak yatırılması gereken karar ve ilam harcının eksik alındığının tespiti halinde bu hükümlere göre işlem yapılması zorunludur.
Somut olayda; mahkemece 04.02.2020 tarihli celse de “Davacı tarafa HMK md 120 gereğince dosyada eksik harcı tamamlamak üzere 2 haftalık kesin süre verilmesine” şeklinde ara karar kurulmuş; 18.06.2020 tarihli davacı vekilinin hazır bulunduğu celsede dosyanın HMK 150. maddesi uyarınca işlemden kaldırılmasına karar verilmiş; 26/10/2020 tarihi itibariyle de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Dosya kapsamı itibariyle yapılan incelemede, davanın eksik harcın tamamlanmadığı gerekçesiyle işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmışsa da, yukarıda açıklandığı üzere davacı tarafa 04.02.2020 tarihli celsede verilen süre usule uygun değildir. (Y7.HD 20/10/2022 T, 2021/5389 E., 2022/6076 K.)
Süreler özel hukukta hayati öneme sahiptir. Kaçıracağınız veya yanlış yorumlayacağınız süre, telafisi imkânsız zararlara neden olabilir. Süreler teknik bir konudur ve bu hususta avukat ile çalışarak hareket edilmelidir. Davacı ya da Davalı olduğunuz bu davalarda uzman avukattan hukuki yardım ve danışmanlık alınması faydalı olacaktır. Hukuki süreçlerin takibi ve davaların sonuçlandırılması için her zaman hukuki destek ve yardıma OR Hukuk ve Danışmanlık olarak hazırız.