Deprem nedeniyle oluşan zararlar nedeniyle idari yargıda tazminat dava açılması mümkündür. Gerek müvekkillerimizden gelen gerekse de internet sitemiz aracılığıyla tarafımıza yöneltilen sorular nedeniyle işbu makaleyi yazma zorunluluğu hasıl olmuştur.
06 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli deprem nedeniyle 10 ilimiz etkilenmiştir. Aynı zamanda deprem on binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermiş, yüzbinlerce kişi açısından maddi ve manevi zararların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Deprem nedeniyle oluşan zararlar nedeniyle hukuksal açıdan ilgililerin cezai sorumlulukları gündeme gelecektir. Diğer taraftan hukuki sorumluluklarına dayanılarak meydana gelen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle sorumlulukları bulunan ilgililer ve idareler aleyhine tazminat davası açılabilecektir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararına göre; “Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir.”
Deprem nedeniyle meydana gelen zararlardan ilk olarak müteahhit, şantiye şefi, yapı denetim firması, fenni mesul gibi yapının inşasında rol alan kişilerin sorumluluğu akla gelmektedir. Bu kişilere karşı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle tazminat davası açılabilecektir. Yine sigorta şirketlerinden özel hukuk hükümlerine göre zararların tazmini talep edilebilecektir.
Pratikte görüldüğü üzere sigorta şirketleri dışında kalan bu sorumlulardan mahkemeler aracılığıyla tazminat elde edilmesi yolunda mahkeme kararları alınabilse de kararın icrası aşamasında tazminata hükmedilen miktarın tahsil edilemediği bir gerçekliktir. İlgili sorumlu kişiler mal varlıklarını farklı kişiler üzerine aktarabilmekte, iflas gösterebilmekte, yine birçok kişinin mağduriyet yaşaması nedeniyle yeterli mal varlığı bulunamamakta, kamu alacaklarının önceliği nedeniyle tahsil aşamasında geriye düşülebilmektedir. Buna rağmen bu yolun denenmesi ve ilgililerin hukuki sorumluluğuna gidilmesi izlenmesi gereken bir yoldur.
Bunun yanında, meydana gelen zararların oluşumuna sebebiyet veren kanunen imar ve deprem mevzuatında yetkili ve sorumlu kılınan idareler de bulunmaktadır. Bu idareler görevleri gereği yapması gereken kamu hizmetleri bulunmasına rağmen bu hizmetlerin sunulmaması, geç sunulması ya da kötü sunulması nedeniyle meydana gelen zararlardan sorumlu olabilecektir.
Tazmin ile İlgili Danıştay Kararları Çerçevesinde Dikkat Edilmesi Gerekenler
Bir Danıştay kararında; “Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin “olumsuz eylem” olarak kabulü gerekmektedir.” hükümlerine yer verilmiştir.
İdarelerin sorumluluğu ise özel hukuk hükümleri çerçevesinde adli yargıda açılacak tazminat davaları yanında idari yargıda da hizmet kusuruna dayalı olarak tam yargı davası açılabilmesini gündeme getirmektedir. Geçmiş Danıştay içtihatları incelendiğinde bu konuda sorumlulukları bulunan idarelerin hizmet kusuru nedeniyle tazminat ödemesine hükmedildiği görülmektedir.
Deprem Sonrası İdarenin Sorumluluğu
Öncelikle belirtmek gerekir ki deprem, niteliği itibariyle mücbir sebep olarak tanımlanmaktadır. Ancak idare hukuku açısından 1999 Gölcük depremi sonrasında geliştirilen içtihatlar çerçevesinde depremin mücbir sebep olarak kabul edilerek idari eylemle zarar arasındaki illiyet bağını kestiği yaklaşımının hukuka aykırı kabul edildiği görülmektedir. Bu açıdan depremin mücbir sebep olduğu gerekçesine dayalı olarak idarelerin hukuki ve mali sorumluluktan azade olması söz konusu değildir.
Diğer taraftan, tazminat hukukunda sorumluluk nedeniyle tazminata gidilebilmesi için 3 unsurun varlığı gerekmektedir: Eylem, zarar ve illiyet bağı. Deprem özelinde bu 3 unsur değerlendirildiğinde, meydana gelen zararların varlığı açık olmakla birlikte mahkeme önünde belge, rapor ve diğer tespitlerle ortaya konulması gerekliliktir. Aksi halde sadece genel kanaatlere dayalı olarak zararın varlığının ileri sürülmesi halinde zararın ispatlanamadığı sonucuna varılabilecektir.
2019 yılında verilen bir Danıştay kararında; “İdare hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin malvarlığında meydana gelen azalma nedeniyle uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zararı ifade etmektedir. İdare yönünden tazmin borcunun doğabilmesi için, zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin yani gerçek zarar olması gerekir. Bu noktadan hareketle maddi zarar, kişilerin malvarlığında, iradeleri dışında ortaya çıkan kayıp ve eksilmeyi ifade etmektedir.” İfadeleri kullanılmaktadır.
Cenaze ve defin giderlerine dair bir Danıştay kararında; “Kararın cenaze ve defin giderine ilişkin kısmı yönünden; Dosyanın incelenmesinden; davacılardan K6 ‘ın eşi diğer davacıların babası olan K7 ‘ın 23/10/2011 tarihinde meydana gelen depremde enkaz altında kalarak vefat etmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davada, cenaze ve defin işlemleri için yapılan giderlere karşılık olmak üzere 2.000,00-TL tazminat talep edildiği, Mahkemece; Van Belediye Başkanlığı Mezarlıklar Müdürlüğünün yazısı dikkate alınmak suretiyle takdiren, cenaze defin ve taziye gideri isteminin 237,50TL’lik kısmının kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
Diğer taraftan, Van Belediye Başkanlığı Mezarlıklar Müdürlüğünün anılan yazısında, mezar yeri ücreti, mezar yeri kazımı, ölünün yıkanması, tabut ücreti, ölüm ilanı, cenaze aracı ücretinin Belediye tarafından karşılandığı, ancak, Belediyeye müracaat edilmeden ve yöresel örf ve adetler göz önünde bulundurularak gerçekleştirilecek bir defin için yapılacak masrafın yaklaşık 5.430,00 TL-7.000,00 TL arasında olabileceği, Belediye’ye müracaat edilmeden ve yöresel örf ve adetler göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilecek bir defin için yapılacak masrafın ise yaklaşık olarak 730,00 TL-950,00 TL arasında olabileceğinin belirtildiği görülmektedir.
Bu durumda, Van Belediye Başkanlığınca ölüm olayıyla doğrudan doğruya ilgili olan ve cenaze için mutlaka yapılması gereken cenazenin nakli, yıkanması, tabut, kabir yeri, kabir kazma için herhangi bir ücret alınmadığının bildirildiği, ölüm olayı neticesinde mutlaka yapılması gereken zorunlu giderler dışındaki masraf kalemlerine ilişkin herhangi bir belge de sunulmadığı göz önüne alındığında, Van Belediye Başkanlığının söz konusu yazısı göz önünde bulundurularak tazminata hükmedilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.” hükümleri yer almaktadır.
Bu zararlara idarenin eylemlerinin sebebiyet vermesi, eylemlerin ya da eylemsizliklerin kusurlu olup olmadığı, bu eylemlerle meydana gelen zarar arasında illiyet bağı bulunması ise yargılamada değerlendirilmesi gereken konulardır.
Bu noktada belirtmek gerekir ki yargı kararlarında deprem konusunda idarenin kusursuz sorumluluğuna gidilmemektedir. İdarenin ancak kusur sorumluluğu söz konusu olabilecektir. Yani kamu hizmetinin sunumunda hizmet kusuru bulunması halinde idarenin mali sorumluluğuna gidilebilecek ve tazminata hükmedilebilecektir.
Deprem nedeniyle meydana gelen zararlarda idarenin sorumluluğu deprem öncesi ve sonrası mevzuat gereğince yürütülmesi gereken kamu hizmetlerinin değerlendirilmesi ile ortaya konulabilecektir.
Bu noktada, zemin etütlerinin ve jeolojik değerlendirmelerin hukuka uygun yapılmaması, imar planlarının planlama esaslarına aykırı şekilde hazırlanması, uygun olmayan zeminlerin imara açılması, deprem sonrası faaliyetler için uygun alanların belirlenmemesi, ulaşımın planlanmaması, iskan izinlerinin hukuka aykırı şekilde verilmesi, ruhsat verilmesi sonrası yapı denetiminin yapılmaması, ruhsatsız yapıların yıkılmaması, dayanaksız binaların tespit edilmemesi vb. deprem öncesinde yapılması gereken planlama ve denetim faaliyetlerinin yürütülmesinde hizmet kusuru bulunması halinde idarenin mali sorumluluğuna gidilebilecektir.
Bunun yanında, deprem sonrasında arama ve kurtarma faaliyetlerindeki aksaklıklar, enkazda makul bir sürede çalışma yürütülmemesi, kurtarma sırasında yanlış müdahaleler, sonrasında kayıplar, cenazelere ulaşılamaması …vb. konularda hizmet kusurunun tespiti halinde idarenin mali sorumluluğu gündeme gelebilecektir.
Bu çerçevede mal sahibi olanlar maddi ve manevi zararları için, yaralanma ve vefat nedeniyle kişiler, eş, anne, baba, kardeşler de destekten yoksun kalma, işgücü kaybı ve manevi zararlarının tazmini istemiyle idareler aleyhine tazminat davası açabilecektir.
Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararlarda Dava Açma Süresi
Deprem nedeniyle meydana gelen zararların idarinin kusurlu eylem ya da eylemsizliğinden meydana geldiği kabul edilmektedir. Bu nedenle, deprem nedeniyle meydana gelen zararlarda dava açma süresi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13.maddesinde öngörülen idari eylemlerden kaynaklanan tazminat davaları kuralları çerçevesinde ele alınmaktadır.
Bu husus Danıştay kararlarında “Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin “olumsuz eylem” olarak kabulü gerekmektedir.” şeklinde açıklanmıştır.
Anılan madde gereğince, zararın meydana geldiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde idareye başvuru yapılarak dava yoluna gidilebilmektedir. Danıştay içtihatlarında dava başlangıç süresinin deprem tarihinden itibaren değil, zararın tespitinden itibaren başladığının kabul edildiği görülmektedir. Bunun yanında Kanunun 13.maddesinde yer alan her halükârda 5 yıl içerisinde dava açılabileceği kuralının geniş yorumlandığı ve dava açma süresinin oldukça genişletildiği görülmektedir.
Danıştay bir kararda “Nitekim İdare Mahkemesince de bu değerlendirme yapılarak karar verilmiştir, ancak; … Ağır Ceza Mahkemesinin E:… sayılı dosyasında davacılara gönderilen meşruhatlı davetiyede ve iddianamede sorumlu idarelere dair bir belirleme olmadığı, diğer taraftan kamu davasının 05.05.2014 tarihli duruşmasında yaşı küçük davacıya baro tarafından atanan avukatın dava ve duruşmalara kabul edilmesi ve sanığın idarenin sorumluluğuna dair beyanda bulunması hususlarının davacılar tarafından afet sonucunda binanın yıkımına gerekli önlemleri almayarak sebebiyet veren idarenin/idarelerin en geç duruşma tarihi olan 05.05.2014 tarihinde öğrenildiğinin kabulü için yeterli olmadığı açık olup, sorumlu idarelerin beyan edilen bilirkişi raporuyla öğrenildiği ve öğrenmeden itibaren süresinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine süresi içinde bakılan davanın açıldığı, kaldı ki depremin meydana gelmesinden itibaren de beş yıllık süre dolmadan başvurulduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın esasına girilerek karar verilmesi gerekirken davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır” hükümlerine yer verilerek karar bozulmuştur.
Bu noktada diğer bir usul kuralını hatırlatmakta fayda görüyoruz ki idareye başvuru yapmadan doğrudan dava açılması halinde mahkemece dosya incelenmeyecek, ilk incelemeden idari merci tecavüzü kararı verilecektir.
Dava Açılmadan Zararın Tespit Edilmesi
Deprem nedeniyle meydana gelen zararların tespiti konusunda ilgililer tarafından dava öncesi hazırlıkların yapılması, gerekli belge ve raporların toplanması, gerekirse tespit davası açılması gerekecektir.
Yapının ağır hasarlı olması ve yıkılması söz konusu ise bu zararın varlığı tapu kayıtları ile mülkiyetin ortaya konulması ve e-devlet kayıtlarındaki ağır hasar tespiti ya da ilgili idarelerin tespite ve yıkıma dair belgelerinin mahkemeye sunulması ile ortaya konulabilecektir.
Bunun yanında, deprem nedeniyle cenaze ve defin giderleri, ev eşyaları, işyerinde bulunan demirbaş ve malzemeler, kira masrafları, araç bedeli gibi zararlar ileri sürüldüğünde bu zararların belgeye dayalı olarak ortaya konulması gerekliliktir. Yine yakınları vefat eden kişiler için destekten yoksun kalma bedeli, yaralananlar için işgücü kaybı gibi zararların tazmini söz konusu olabilmektedir. (6. D., E. 2019/13936 K. 2020/1941 T. 18.2.2020)
Bu tarz zarar iddiaları belgelere ve raporlara dayalı olarak ileri sürüldüğünde Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılarak zararın miktarı tespit edilmektedir.
Bir işyerinde meydana gelen zararların tazmini istemiyle açılan davada Mahkemece verilen kararda; “Olayda; bilirkişi raporunda özetle, serbest eczacı olarak çalışan davacının, depremden dolayı tamamen yıkılan eczanesinde yok olan ilaç ve demirbaş eşyaları toplam tutarının 281.700,TL olduğunun beyan edildiği, eczanenin 2011 yılına ilişkin mal alım fatura dosyası ile 2011 yılı gelir vergisi ve katma değer vergisi beyannamelerinden ticari mal stokunun 117.029,13 TL olduğu kendi belgeleri ile tespit edildiği, 9 adet demirbaşa ilişkin olarak sunulan fatura ve belgelerden, bunların toplam kıymetinin 18.819,02 TL olduğu ve dava dilekçesinde yazılı olan ancak faturası bulunmayan proüdi dolabı ve proüdiler/ terzi /jenaratör/ Medula yazıcı değerinin davacı beyanı doğrultusunda değerinin 8.100,00 TL olduğunun belirtildiği ve bu tutarın faturalı demirbaşlara eklenmesi ile toplam demirbaş kıymeti 26.919.02 TL olarak tespit edilmiş ise de,
Davacının 2011 yılı Gelir Vergisi Beyannamesinde ticari kayıtlarına intikal ettirdiği demirbaş kıymetini 9.300,00 TL beyan ettiğinden, demirbaş kıymetinin bilirkişilerin tespit ettiği değer yerine, gelir vergisi beyanındaki 9.300,00 TL değerinden takdir edilmesi ile yukarıda belirtilen ticari mal stokuna ilişkin değerin dikkate alınması ile toplam zararın 126.329,13 TL olduğu ve bu zarar tutarı üzerinden maddi tazminat hesaplamasının hukuka uygun olduğu sonucuna varıldığından, davacının istinaf başvurusunun reddi gerekmektedir.” İfadeleri yer almaktadır.
Manevi zararlar açısından belirlenecek bedel ise manevi ızdırabın ağırlığına göre Mahkemece takdir edilmektedir.
Hatta bir Danıştay kararında manevi tazminat verilmesi gerektiği belirtilmektedir: “Bu durumda; davacı tarafından işyerlerinin yıkılması nedeniyle duyulan elem ve ızdıraptan dolayı manevi tazminat talep edildiği görülmüş olup, olayın niteliği ve yapının yıkılması nedeniyle oluşan zararın davacıda yarattığı etki de göz önünde bulundurulmak suretiyle Mahkemece “takdiren” belirlenecek manevi tazminat tutarının hüküm altına alınması gerektiğinden, manevi tazminat isteminin reddi yolundaki Mahkeme kararının bu kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir”
Van/ Erciş depremi sonrasında mahkeme önüne gelen uyuşmazlıklarda Mahkemelerin evinin yıkılmasından dolayı manevi tazminat taleplerinde 2012 ila 2016 yılları arasında verdiği kararlarda 5000 ya da 10.000 TL manevi tazminata hükmettiği görülmektedir. Yaralananlara ya da yakınlarını kaybedenlere yönelik olarak ise o dönemde 20.000 ila 50.000 TL arasında manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir. Bu miktarların günümüz itibariyle çok daha fazla olacağı açıktır.
Deprem de Kusur Oranları
Deprem nedeniyle idari yargıda açılan tam yargı davalarında Mahkemelerce idarenin hizmet kusurunun varlığına karar verildiğinde bilirkişi incelemesi ile kusur oranlarının da tespitine karar verilmektedir. Bilirkişilerden yapı denetim şirketi, müteahhit vb. kişilerle bütünsel olarak değerlendirildiğinde hangi idarenin % kaç oranında kusurlu olduğunun tespiti talep edilmektedir.
Mahkemelerce depremden kaynaklı zararlardan hukuki sorumluluk noktasında imar ve afet mevzuatı konusunda mevzuatımızda görevli olarak öngörülen belediyeler ile AFAD/İç işleri Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının sorumlu idareler olarak kabul edildiği görülmektedir. Dava dilekçesinde ilgili idarelerin hasım mevkiinde olmaması halinde (tam yargı davaları için tartışmalı da olsa) hasım düzeltme kararı alınarak bu idarelerin davalı konumuna alındığı görülmektedir.
Gölcük depremi sonrasında verilen Danıştay kararlarında davalı idarelerin müteselsilen sorumlu kabul edildiği ve tüm zarardan sorumlu tutularak gerekirse ilgili kişilere rücu edebileceği yolunda hükümler kurulmasına rağmen, Van/ Erciş depremi sonrasında alınan kararlarda bu yaklaşımdan vazgeçilmiş ve müşterek sorumluluk ilkesinin benimsendiği görülmektedir. Bu nedenle her idare kusuru oranında maddi tazminata mahkûm edilmektedir.
Örneğin 500.000 TL maddi zararın tespit edildiği bir durumda, belediyenin sorumluluğu %20 ise 100.000 TL tazminata hükmedilmektedir. Daha önce olduğu gibi 500.000 TL ye hükmedilerek fazla ödenen kısmın ilgiliye rücu edilmesi yolunun gösterilmediği görülmektedir.
Bu ise tazminat taleplerinin büyük ölçüde ret ile sonuçlanmasına sebebiyet vermekte, beraberinde aleyhe yargılama gideri ve vekalet ücretlerini getirmektedir.
Van/Erciş depremi nedeniyle açılan tazminat davalarında verilen mahkeme kararlarına bakıldığında idarelerin ortalama %25 ile %30 oranında sorumlu tutulduğu (%20-24 oranında belediyeler, %2-5 arası Bakanlık ve AFAD şeklinde) tespit edilmektedir.
2019 yılında verilen bir Danıştay kararında; “Mahkemece davalı idarelerin kusurlarının olup olmadığının ve varsa hangi oranda kusurlu olduklarının belirlenmesi için yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde hazırlanan Bilirkişi Raporunda; Van Büyükşehir Belediye Başkanlığının %28, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının %2,5, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının %2,5 oranında kusurlu olduğunun belirlendiği, belirlenen kusur oranları dikkate alınarak (toplam %33) maddi tazminat isteminin 51.209,29-TL’lik kısmının kabulü, 178.790,71-TL’lik kısmının reddi yolunda verilen Mahkeme kararının, bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmeden karar verilmesin de hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulması üzerine, bozmaya uyularak ve aynı bilirkişi raporu esas alınmasına rağmen Van Büyükşehir Belediye Başkanlığının kusur oranı sehven %24 olarak esas alınarak maddi tazminat isteminin 45.002,10-TL’lik kısmının kabulüne, 184.997,90-TL’lik kısmının ise reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.” Hükümleri yer almaktadır.
Diğer kusurlar ise müteahhit, fenni mesul, yapı denetim şirketi, mal sahibi .vb. kişiler üzerinde bırakılmaktadır. Hatta bu davalarda yargılamada hükmedilen tutarların tekerrür olmaması gerektiği kararlarda vurgulanmaktadır. Bu husus Mahkeme kararlarında; “Ancak, söz konusu deprem sonucunda gerçekleşen dükkanın yıkılması nedeniyle sigorta şirketi veya şirketleri tarafından davacıya ödeme yapılması durumunda ya da adli yargıda depremden dolayı binanın yıkılmasında sorumluluğu bulunan özel kişilere karşı açılan tazminat davasında, özel hukuk hükümlerine göre hükmedilecek maddi tazminat miktarının veya sigorta şirketince ödenen miktarın tahsilde tekerrüre sebebiyet verilmemesi için yapılacak tazminat ödemelerinde dikkate alınacağı açıktır” şeklinde ifade edilmektedir.
Yapının Bedeli Nasıl Belirlenmektedir?
Depremden kaynaklanan tazminat davalarında genel olarak karşılaşılan uyuşmazlık yapının bedelinin talep edilmesi şeklindedir. Bu tarz uyuşmazlıklarda Mahkemelerce bilirkişi incelemesi yaptırılan ve hüküm kurulan tarihlerdeki inşaat birim maliyetleri esas alınarak karar verildiğinde Danıştay tarafından bu kararların bozulduğu görülmektedir.
Danıştay’a göre depremin meydana geldiği tarihteki inşaat birim maliyetleri esas alınarak hüküm kurulmalıdır. Bu açıdan Van/Erciş depremine yönelik uyuşmazlıklarda 2013 yılı birim maliyetleri esas alınarak verilen mahkeme kararlarını bozarak depremin meydana geldiği 2011 yılı birim maliyetlerinin esas alınması gerektiğine karar verilmiştir.
Bu konuda verilen bir Danıştay kararında; “Uyuşmazlık konusu olayda, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda, Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak 2013 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğin esas alındığı, III. Sınıf A grubu niteliğindeki binanın yapı yaklaşık birim maliyetinin 490 TL/m² olduğu, bu değer dikkate alınarak dava konusu dairenin yapım maliyetinin 139.650,00-TL olduğu, yapının 1996 yılında bitirildiği varsayımına göre davanın açıldığı 2013 yılına kadarki yıpranma payı düşüldüğünde dairenin maliyet bedelinin 111.720,00 TL olarak hesapladığı görülmüştür.
Tazmin borcunun doğabilmesi için, yalnız zararın varlığı yeterli değildir. Zarar kesin şekilde ortaya çıkmış, gerçek bir zarar olması halinde gerçek zarar karşılığının tazminat olarak ödenmesi mümkündür. Davalı idarelerin hizmet kusurundan kaynaklanan tazmin sorumluluğunun üst sınırını ortaya çıkan gerçek zararın karşılığı olan miktar oluşturmaktadır. Gerçek zararın, depremin gerçekleştiği tarih esas alınarak tespiti gerekmektedir.
Bu durumda; bilirkişi heyeti tarafından, davacının gerçek zararının ortaya çıktığı depremin meydana geldiği tarih olan 2011 yılı Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ esas alınarak dava konusu daire bedelinin hesaplanması gerekirken, 2013 yılı Tebliği esas alınmak suretiyle daire bedelinin hesaplanarak bu miktar üzerinden hüküm kurulmasına imkan bulunmadığından, davanın kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.” hükümlerine yer verilmiştir.
Bunun yanında yapının bedeli tazmin edilirken amortisman oranın belirlenerek bedelden düşülmesi gerekmektedir. Birçok kararda bilirkişilerden bu oranın dikkate alınarak yıpranma payının düşülmesi yolunda Mahkeme talepleri olduğu görülmektedir. Örneğin 10 yıllık bir bina için %10 oranında amortisman düşülmekte ve yapının 2011 yılı inşaat maliyetleri esas alınarak belirlenen bedelinin %90’ı dikkate alınarak tazminat miktarı belirlenmektedir.
Danıştay kararında; “Uyuşmazlık konusu olayda, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda, Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak 2013 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğin esas alındığı, III. Sınıf B grubu niteliğindeki binanın yapı yaklaşık birim maliyetinin 585 TL/m² olduğu, bu değer dikkate alınarak dava konusu dairenin yapım maliyetinin 88.305,75-TL olduğu, yapının 1999 yılında bitirildiği varsayımına göre davanın açıldığı 2013 yılına kadarki yıpranma payı düşüldüğünde dairenin maliyet bedelinin 75.059,89-TL olarak hesapladığı görülmüştür.” hükümlerine yer verilmiştir.
İnşaat birim maliyetleri konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından her yıl bir Tebliğ yayımlanmaktadır. Depremin meydana geldiği 2023 yılında yayımlanan Tebliğe göre 3 kata kadar konutlar III-A grubuna girmekte ve 4.600,00 TL/m2 birim maliyeti bulunmaktadır. Aynı Tebliğe göre 21,50 metreden az yükseklikte yapılar III-B grubuna girmekte ve 6.350,00 TL/m2 birim maliyeti bulunmaktadır. 30,50 metreden yüksek apartmanlar ise IV-A grubuna (6.825,00 TL/m2), villa tipi yapılar ve oteller IV-B grubuna (8.100,00 TL/m2) dahil kabul edilmektedir. İş yerlerinin ve diğer yapıların hangi sınıfa ve gruba girdiği bu Tebliğden tespit edilebilecektir.
Bu bedellere göre örneğin 5 katlı bir binada bulunan 100 m2 bir dairenin birim maliyeti 635.000 TL olarak belirlenmektedir. Bu yapı 10 yıllık ise %10 amortisman düşülmekte ve 571.500 TL yapının bedeli olarak tespit edilmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere kusur oranları uygulanarak örneğin büyükşehir belediyesinin %20 kusurunun, Bakanlığın ve AFAD’ın %2 kusur oranının tespit edildiği hallerde sırasıyla 114.300 TL, 11.430 TL ve 11.430 TL tutarlarında tazminata hükmedilmekte, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmektedir.
Maddi tazminata hükmedilirken idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmektedir. İdareye başvuru yapılmamış ve Mahkemece hasım mevkiine alınmış ise dava tarihinden itibaren faize hükmedilmektedir. Yine ıslahın söz konusu olduğu durumlarda ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmektedir. Ayrıca oyçokluğuyla da olsa manevi tazminat taleplerine yönelik olarak da faiz işletilmesi gerektiği yolunda hüküm verilmektedir. (6. D., E. 2019/12148 K. 2020/3719 T. 12.3.2020)
Deprem Kaynaklı Tazminat Davalarında Yargılama Giderleri
Depremden kaynaklı tazminat davalarında yukarıda belirtildiği üzere müteselsilen tazminata hükmedilmemesi nedeniyle belirlenen maddi zararın tamamı talep edildiğinde önemli bir kısmının reddedildiği görülmektedir. Bu nedenle tazminat miktarı konusundaki fazla talepler, kazanılan tazminatın bir kısmının yargılama gideri olarak idareye verilmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan talep miktarı doğru belirlenmelidir.
İlk aşamada dava masrafları konusunda geçmiş uygulamalar adli yardım müessesesinin kabul edildiği ve uygulandığını göstermektedir. Nitekim 4539 sayılı Kanunda da bu konuda bir kolaylık tanındığı ifade edilebilecektir. Ancak bu uygulanmadığından talep edilen tazminat miktarı üzerinden nispi olarak harç alınacağından davanın düşük bir miktar üzerinden açılması ve bilirkişi incelemesi ile belirlenen bedel dikkate alınarak 2577 sayılı Kanunun 16.maddesi uyarınca bedel artırımı yapılması daha makul görünmektedir. Bunun yanında yargılama sırasında keşif ve bilirkişi masraflarının da talep edileceği göz önüne alınmalıdır.
Bunun yanında, davanın kabulü halinde nispi vekalet ücretine hükmedileceği gibi kısmen reddi halinde de talep edilen miktar üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmektedir. Bu konuda maktu vekalet ücretine hükmedilmesi yolundaki mahkeme kararlarının Danıştay tarafından bozulduğu görülmektedir.
Bir Danıştay kararında; “Dosyanın incelenmesinden, İdare Mahkemesince, maddi tazminat isteminin 381.532,97- TL’lik kısmının reddine karar verildiği, reddedilen maddi tazminat için davalı idareler lehine maktu (duruşmalı) olarak belirlenen 1.660,00- TL vekalet ücretine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda; Mahkemece reddine karar verilen maddi tazminat isteminin 381.532,97- TL’lik kısmı için vekalet ücretinin yukarıda belirtilen Tarife kuralı uyarınca nispi olarak belirlenmesi gerekirken, Mahkemece maktu vekalet ücretine hükmedilmesinde yasal isabet bulunmamaktadır.” hükümleri yer almaktadır.
Diğer taraftan, davanın kısmen reddi halinde davalı idareler lehine hükmedilecek vekalet ücretinin davacı lehine hükmedilen ücreti geçemeyeceği, aksi bir durumun mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacağı gerekçesiyle verilen birçok Danıştay kararı vardır.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yoluyla gelen bir uyuşmazlıkta, 07/11/2013 günlü, Başvuru No:2012/791 sayılı kararıyla; hak edilen tazminatın 3/4’ünün vekalet ücreti adı altında idareye verilmesini, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde değerlendirmiştir.Danıştayın verdiği kararlarda AYM tarafından verilen bu karara atıfta bulunarak, manevi tazminatlar için geçerli olan bu kuralı, maddi tazminatlara yönelik olarak da kullandığı görülmektedir.
Bu yöndeki Danıştay kararlarında “Mevcut durum, maddi tazminat talebiyle açılan davalarda, kabul edilen tazminat miktarının önemli kısmının vekalet ücreti olarak davalı idareye ödenmesi sonucunu doğurarak açılan tazminat davasını davacı açısından anlamsız hale getirmektedir…
Bu nedenle, kısmen kabul, kısmen ret ile sonuçlanan maddi tazminat davalarında, taraflar lehine hükmedilecek vekalet ücretinin, kişilerin hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal etmeden ne şekilde hesaplanacağı konusundaki eksik düzenleme nedeniyle Tarifenin ilgili kısmında hukuka uygunluk bulunmadığından ihmali gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Sonuç olarak, davalı idareler lehine, Tarifenin manevi tazminat davalarına ilişkin 10. maddesi kıyasen uygulanarak reddedilen miktar üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmına göre nispi vekalet ücretine hükmedileceğinin, ancak bu ücretin kabul edilen miktar üzerinden davacılar lehine hükmedilen nispi vekalet ücreti miktarını geçemeyeceğinin kabul edilmesi gerekmektedir.” hükümlerine yer verilmektedir.
Deprem Sonrası Oluşan Zararların Tazmini İçin Hukuk Danışmanlığı
Deprem nedeniyle meydana gelen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle kusurları oranında ilgili idareler aleyhine tam yargı davası açılabilecektir. Söz konusu yargılamaların sorumlulukların belirlenmesi, delil tespiti ve zararın ortaya konulması, yargılama giderleri, bilirkişi raporları ve itirazları, kusur oranları, bedel belirlemeleri, dava açma süresi, idari başvuru ve idari merci tecavüzü gibi usul kuralları, kanun yollarına başvuru gibi birçok detaylı unsuru bulunmaktadır. Bu açıdan sürecin yürütülmesi konusunda danışmanlık alınması ve doğru bir süreç yönetimi bu davalarda bir gereklilik halini almaktadır.
Tüm bu süreçler ile ilgili danışmanlık almak için İletişim kısmından bizlere ulaşabilir, İdare Hukuku alanında daha detaylı bilgi almak için bu kısma göz atabilirsiniz.