Ceza Hukukunda İçtima Ne Demektir?

Ceza hukukunda genel kural “ ne kadar fiil varsa o kadar ceza vardır” ilkesidir. Bu ilkeye gerçek içtima denir. Bazen bu genel kuralın dışına çıkıldığı durumlar söz konusu olabilir. Bir failin işlediği birden fazla suçun söz konusu olduğu hallerde bu suçlardan sorumluluğun ne şekilde olacağının belirlenmesi gerekir. İşte bu durumda suçların içtimaı gündeme gelir. Failin işlediği birden fazla suç için her suç nedeniyle ayrı bir sorumluluk öngörülmeden bu suçlardan yalnızca biri yönünden cezai sorumluluk yoluna gidilmesine suçların içtimaı denilmektedir.

Failin işlediği eylem tek ve sonucu da tek ise suçların içtimaından bahsedilmez ancak failin gerçekleştirdiği tek fiil bazen birden fazla suçun oluşumuna, bazen de birden fazla fiil tek suçun oluşumuna vücut verebilmektedir. Bu hallerde sorumluluk içtima kurallarına göre yüklenir.

Ceza Hukukunda İçtima Türleri Nelerdir?

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Suçların İçtimaı başlıklı 5. Bölümünde içtima türleri düzenlenmiştir. Buna göre  bileşik suç ( TCK m. 42), zincirleme suç (TCK m. 43) ve fikri İçtima ( TCK m. 44) ceza kanunumuzun öngördüğü içtima halleridir.

Suçların İçtiması Nedir?

Failin işlediği birden fazla suç için her suç nedeniyle ayrı bir sorumluluk öngörülmeden bu suçlardan yalnızca biri yönünden cezai sorumluluk yoluna gidilmesine suçların içtiması denilmektedir.

Cezaların İçtiması Nedir ve Nasıl Uygulanır?

Failin birden fazla fiile, her biri cezalandırılabilir olan birden fazla suç işlemesi ve neticede birden fazla sayıda cezaya hükmedilmesi durumunda cezaların içtimaı gündeme gelir. Cezaların içtimaı ile aynı fail hakkında tek ya da farklı kovuşturmalarda hükmedilen bir çok cezanın bir araya getirilmesi sağlanır. Cezaların içtimaı cezaların infazı sırasında infaz savcılığınca müddetname düzenlenirken yapılan bir işlemdir. Cezaların içtimaı infaza ilişkin bir işlemdir. Müddetname ile yapılan bu işleme karşı infaz hakimliği nezdinde şikayet yoluna gidilebilir.

Suçların İçtiması Hangi Durumlarda Uygulanır?

Failin gerçekleştirdiği tek fiil bazen birden fazla suçun oluşumuna, bazen de birden fazla fiil tek suçun oluşumuna vücut verebilmektedir. Bu hallerde suçların içtimaı kurallarına göre hüküm kurulur.

Zincirleme Suç Nedir ve İçtima Kapsamına Girer Mi?

Zincirleme suç TCK’nın 43. maddesinde düzenlenmiştir. TCK’nın 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nın 43/1. maddesindeki düzenlemeden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24/01/2024 tarih ve 2023/581 E- 2024/36 K sayılı ilamına göre zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurlar şunlardır;

a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi;

Aynı suç, TCK’nın 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.” denilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Örneğin, dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hâli de dahildir. Zincirleme suç oluşturan eylemlerden bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı da teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, işlenen suçların isimleri değişmediği sürece, aynı suç yerleşmiştir.

TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan değişik zamanlarda ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.

b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’nde; “Haksızlığa uğramış kişi.” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecektir. Tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur, suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir

 Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda ihlâli aynı kişiye karşı olmalıdır. Kanun’daki bu açık ifade nedeniyle, aynı suçu işleme kararı ile Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda, ancak farklı kişilere karşı ihlâl edilmesi hâlinde müteselsil suçtan söz edilemeyecektir. Örneğin, aynı suçu işleme kararı ile farklı zamanlarda birden fazla kişinin malına kasten zarar verilmesi hâlinde zincirleme suça ilişkin hükümler uygulanamayacaktır. Bunun yerine fail, her bir fiilinden dolayı ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Bununla birlikte bir fiil ile aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi durumunda TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.

c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;

Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 tarihli ve 384-2, 03.12.2013 tarihli ve 1475-577, 30.05.2006 tarihli ve 173-145, 08.07.2003 tarihli ve 189-207, 13.10.1998 tarihli ve 205-304, 20.03.1995 tarihli ve 48-68 ile 02.03.1987 tarihli ve 341-84 sayılı kararlarında aynı suç işleme kararı kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlâl etme hususunda önceden kurulan bir planın, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, her hareketinin birbirinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında sübjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Zincirlemeli suçta birden fazla fiilin bulunması zorunlu unsurlardan birisidir. Fiil ifadesinden ne anlaşılması gerektiği hususunda fiil tekliği-fıil çokluğu kavramı yanında suç tekliği ve çokluğunun da değerlendirilmesi yapılmalıdır.

Fiil tekliği-fıil çokluğu sorun oluşturduğunda, fiil tekliğin belirlenmesinde doktrin;

a) Tek iradi karar,

b) Tekrarlanan veya birbirini izleyen doğal anlamda birden fazla hareket bulunması,

c) Yer ve zaman bakımından sıkı bağlantı bulunması,

d) Tarafsız gözlemci nazannda hareketlerin tek bir fiil olarak görülmesi,

Kriterlerini esas almıştır.

Ceza Genel Kurulunun 25.10.2022 tarihli ve 208/17-512 esas, 2022/658 karar sayılı ilamında kabul edilen görüşe göre ise doğal anlamda fiilin birden fazla olduğu bazı hallerde hukuki anlamda birden fazla fiilden bahsedilemeyeceği açıktır. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel hareket dış dünyaya yansıyan şekli itibariyle ayrı bir fiziki hareketi oluştursa da, bazen tüm hareketler bütünü suçların tipikliği ve hukuki nedenleri sonucu bir bütünlük içerisinde hukuki anlamda tek fiil olarak kabulünü gerektirmektedir.

Fikri İçtima ve En Ağır Ceza İlkesi Nedir?

Fikri içtima TCK m. 44’te düzenlenmiştir. 44. maddeye göre işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır. 

Anılan maddeye göre fikri içtimanın söz konusu olabilmesi için;

* Bir fiil olması

*Bu bir fiil ile kanunun birden fazla farklı hükmü ihlal edilmesi

*Bu birden fazla farklı suçlardan en ağırından cezai sorumluluk yoluna gidilmesi koşullarının bir arada bulunması gerekir.

Fikri içtima müessesesinin uygulanabilmesi için ön koşul ‘fiilin tekliği’ prensibidir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 04.02.2025 tarih ve 2024/12007 E.  ,  2025/1806 K. sayılı ilamına göre , 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima ve zincirleme suçun düzenlendiği, 43. maddenin ikinci fıkrasında, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” şeklinde; Farklı neviden fikri içtima TCK’nın 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.

Buna göre farklı neviden fikri içtima ile aynı neviden fikri içtima arasındaki ortak unsur, failin gerçekleştirdiği eylemin tek olmasıdır. Ancak farklı neviden fikri içtimada tek eylemle gerçekleştirilen farklı suçlar söz konusu iken aynı neviden fikri içtimada tek eylemle aynı suç birden fazla kez işlenmektedir. Yine farklı neviden fikri içtimada tek eylemle aynı kişiye karşı suçun işlenmesi mümkün iken (örneğin yüze atılan yumrukla mağdura karşı hem kasten yaralama hem de mala zarar verme suçunun işlenmesi gibi), aynı neviden fikri içtimada suç teorisi ve yasal düzenleme gereği suçların farklı kişilere karşı işlenmesi gerekir.

İçtima öğretisinin özünde, bir taraftan failin gereksiz ve kusurunu aşan şekilde cezalandırılmaması; diğer taraftan haksız bir yarar sağlamaması esasına dayanan adil ve rasyonel bir ceza yaptırımının uygulanması düşüncesi yatar. İşte bu nedenle, birden fazla suç tipinin ihlali hâlinde adil cezanın belirlenebilmesi, içtima öğretisinin ceza hukuku sisteminde doğru bir biçimde düzenlenmesini gerekli kılar.

Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “Non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “Erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

5237 sayılı Kanun’a esas alınan teoriye göre; fiilin tekliğinden anlaşılması gereken netice değildir. Suçun yasal tanımında yer verilmiş olması neticeyi fiilin bir unsuru hâline getirmez; suçun yasal tanımında yer verilen netice suçun unsuru olup, fiilin bir unsuru değildir.

Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır.

Uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından “suç tekliği-suç çokluğu” ayrımına değinmekte yarar vardır. “Suç tekliği-suç çokluğu” ayrımı içtima konusundaki temel ayrım olup, suçların içtimai, bu ayrım üzerine temellenir.

“Suç tekliği-suç çokluğu” ayrımında fiil sayısını değil ihlal edilen normların sayısı esas alınmaktadır. Tek bir fiille birden fazla suça sebebiyet verilebilir. Yargıtayın uygulaması da bu doğrultudadır.

5237 sayılı Kanun’un genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 212 nci maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.

Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde belirlenebilecektir.

Görüldüğü gibi, istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereğidir.

İçtima Kararı Hangi Mahkemeler Tarafından Verilir?

Suçların içtimaı suç ile ilgili kovuşturmayı yapan mahkemelerce hükümle birlikte karar bağlanır. Cezaların içtimaı ise müddetname düzenlenerek infaz savcılarınca gerçekleştirilir.

İçtima Kurallarının Uygulanmadığı Durumlar Nelerdir?

Genel kural gerçek içtima yani her fiilin bir suça vücut vermesi, kaç tane fiil varsa o kadar suçun oluşmasıdır ve diğer içtima halleri istisnadır. Bu nedenle TCK’da düzenlenen suçların içtimaı halleri olan zincirleme suç, bileşik suç ve fikri içtima halleri dışında kalan durumlarda gerçek içtima kuralı geçerlidir.

5237 sayılı Kanun’un genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 212 nci maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.

Gene TCK’nın 43/3. maddesine göre kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında zincirleme suç hükümleri uygulanmaz zira kanun koyucu bu suçları daha ağır bir biçimde cezalandırmak istemiştir.

İçtima Kararına İtiraz Edilebilir Mi?

Suçların içitmaı ile ilgili karar yargılamayı yürüten ceza mahkemesince hüküm ile birlikte değerlendirileceğinden, mahkemenin suçların içtimaı ile ilgili verdiği kararlar hükmün tabi olduğu yasa yoluna göre istinaf ve temyiz denetimine tabidir.

Cezaların içtimaı ise cezaların infazı sırasında infaz savcılığınca müddetname düzenlenirken yapılan bir işlemdir. Cezaların içtimaı infaza ilişkin bir işlemdir. Müddetname ile yapılan bu işleme karşı infaz hakimliği nezdinde şikayet yoluna gidilebilir.

CEZA HUKUKUNDA İÇTİMA KONUSUNDA YARGITAY UYGULAMASI

Tek eylemle hem yaralama hem de mala zarar verme sonucu doğmuşsa fikri içtima gereği en ağır cezayı gerektiren mala zarar verme suçundan ceza verilir

…Sanığın gözlük kullanan katılanın yüzüne yumruklar atması sonucunda katılanın yaralanması ve gözlüğünün kırılması şeklinde gerçekleşen olayda; sanığın eyleminin tek fiil olduğu ve bu suretle, tek olan eylem sonucunda hem katılana karşı mala zarar verme suçunun, hem de yaralama suçunun meydana geldiği sabit olup bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin uygulanması ve fikri içtima hükümleri gereğince meydana gelen suçların en ağırı olan mala zarar verme suçundan dolayı cezalandırılması gerektiği gözetilmeden hüküm kuruması bozma nedenidir. ( Y 6. CD 30/06/2022 T, 2021/14799 E., 2022/10455 K.)

1-Ceza Genel Kurulu’nun 04.07.2022 tarihli ve 2021/4-202 esas, 2022/512 sayılı ilamında da belirtildiği üzere; 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisine göre; “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Adalet Komisyonu Raporu’nda da bu husus; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnaları ise TCK’nın “Suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde düzenlenmiştir.

765 sayılı TCK’da, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde hâlinde ve aynı Kanun’un 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima ve zincirleme suçun düzenlendiği, 43. maddenin ikinci fıkrasında, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” şeklinde; Farklı neviden fikri içtima TCK’nın 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.

Buna göre farklı neviden fikri içtima ile aynı neviden fikri içtima arasındaki ortak unsur, failin gerçekleştirdiği eylemin tek olmasıdır. Ancak farklı neviden fikri içtimada tek eylemle gerçekleştirilen farklı suçlar söz konusu iken aynı neviden fikri içtimada tek eylemle aynı suç birden fazla kez işlenmektedir. Yine farklı neviden fikri içtimada tek eylemle aynı kişiye karşı suçun işlenmesi mümkün iken (örneğin yüze atılan yumrukla mağdura karşı hem kasten yaralama hem de mala zarar verme suçunun işlenmesi gibi), aynı neviden fikri içtimada suç teorisi ve yasal düzenleme gereği suçların farklı kişilere karşı işlenmesi gerekir.

İçtima öğretisinin özünde, bir taraftan failin gereksiz ve kusurunu aşan şekilde cezalandırılmaması; diğer taraftan haksız bir yarar sağlamaması esasına dayanan adil ve rasyonel bir ceza yaptırımının uygulanması düşüncesi yatar. İşte bu nedenle, birden fazla suç tipinin ihlali hâlinde adil cezanın belirlenebilmesi, içtima öğretisinin ceza hukuku sisteminde doğru bir biçimde düzenlenmesini gerekli kılar.

Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “Non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “Erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

5237 sayılı Kanun’a esas alınan teoriye göre; fiilin tekliğinden anlaşılması gereken netice değildir. Suçun yasal tanımında yer verilmiş olması neticeyi fiilin bir unsuru hâline getirmez; suçun yasal tanımında yer verilen netice suçun unsuru olup, fiilin bir unsuru değildir.

Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır.

Uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından “suç tekliği-suç çokluğu” ayrımına değinmekte yarar vardır. “Suç tekliği-suç çokluğu” ayrımı içtima konusundaki temel ayrım olup, suçların içtimai, bu ayrım üzerine temellenir.

“Suç tekliği-suç çokluğu” ayrımında fiil sayısını değil ihlal edilen normların sayısı esas alınmaktadır. Tek bir fiille birden fazla suça sebebiyet verilebilir. Yargıtayın uygulaması da bu doğrultudadır.

5237 sayılı Kanun’un genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 212 nci maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.

Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde belirlenebilecektir.

Görüldüğü gibi, istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereğidir.

2- 5271 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesinde;

” (1) Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir.

(2) Birleştirilen davalarda, bu davaları gören mahkemenin tâbi olduğu yargılama usulü uygulanır.

(3) İşin esasına girdikten sonra ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunur.” şeklinde düzenleme mevcuttur.

Bu kapsamda inceleme konusu dava dosyası değerlendirildiğinde; sanığın Konya İli, Meram İlçesi, Havzan Mahallesi 41465 ada 13 parselde “birinci derece arkeolojik sit alanı ” içerisinde bulunan yerde ruhsatsız olarak bina inşa etmesi nedeniyle sanığın hukukî durumunun 5237 sayılı Kanunu’nun 44. maddesi uyarınca farklı nevi’den fikri içtima hükümleri kapsamında değerlendirilmesi ve fikri içtima hükümleri uyarınca da sanığın daha ağır hüküm içeren 2863 sayılı Kanuna muhalefet suçundan cezalandırılması gerektiği, 2863 sayılı Kanuna muhalefet suçunda Konya 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 2022/603 esas sayılı dosyasında yargılama yapıldığı, dosyanın derdest olduğu, incelemeye konu dosyada sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 184. maddesi uyarıca verilen mahkumiyet kararının istinaf edilmeksizin kesinleştiği anlaşıldığından Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.03.2016 tarihli ve 2014/10-847 Esas, 2016/128 Karar sayılı ilâmında vurgulandığı üzere 2863 sayılı Kanuna muhalefet suçundan yargılaması devam eden Konya 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 2022/603 esas sayılı dosyasında 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesi uyarınca hüküm kurulması, kesinleşen hükümdeki cezanın sonuç cezadan indirilmesi, böylece yargılaması devam eden suça ilişkin cezanın belirlenmesi gerektiği anlaşıldığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin reddine karar vermek gerekmiştir. ( Y 4. CD 04.02.2025 T, 2024/12007 E.,  2025/1806 K. )

Davaya konu binanın yer aldığı parselin 3. derece doğal sit alanında kaldığının iddianamede belirtilmesi nedeniyle 2863 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan da kamu davası açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında, 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesini ayrıca 5237 sayılı Kanun’un 184/1. maddesini de ihlal etmiş olması karşısında; 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde tanımlanan fikri içtima kuralları da göz önünde bulundurulmalıdır

7143 sayılı Kanun ile İmar Kanunu’na eklenen geçici 16/1. maddesi “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31.10.2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31.12.2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.” hükmünü içermektedir. Kanun’un madde gerekçesinde ” İmar mevzuatına aykırı yapıların kayıt altına alınması ile dönüşüm projelerine finans sağlanarak dönüşümün daha hızlı ve etkin yapılması” amacı ifade edilmiştir. Düzenlemenin içeriği ve gerekçesi dikkate alındığında kentsel dönüşüm uygulamalarının finansal kaynağını yaratmak üzere, imar düzenine aykırı yapılar kayıt altına alınarak ve yapı sahiplerine kentsel dönüşüm uygulamasına kadar yapıyı geçici olarak kullanma imkanı sağlamak şeklinde sınırlı bir amaç güdüldüğü anlaşılmaktadır.

Yapı kayıt belgesine konu edilemeyecek taşınmazların neler olduğu geçici 16. maddede gösterilmiştir. Buna göre ;

“a-18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda,

b- 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda,

c- Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılarda,

d- Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılarda,

e-31.12.2017 tarihinden sonra yapılmış olan yapılarda” bu madde hükmü uygulanmayacaktır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinde, sit alanı, kıyı, orman ve mera gibi özel kanunlara tabi olan ve yapılaşmanın kesin olarak yasaklandığı alanlarda bulunan yapıların imar barışından faydalanamayacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak İmar Kanunu’nun ” istisnalar” başlıklı 4. maddesi “2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, bu Kanun’un ilgili maddelerine uyulmak kaydı ile 2960 sayılı İstanbul Boğaziçi Kanunu ve 3030 sayılı Büyük Şehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun ile diğer özel kanunlar ile belirlenen veya belirlenecek olan yerlerde, bu Kanun’un özel kanunlara aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir. Buna göre özel yasalarla korunan alanlarda, İmar Kanunu hükümleri özel kanunlara aykırı değil ise uygulama alanı bulacaktır. Ayrıca Anayasa’nın “Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması” başlıklı 63., “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlıklı 169., ” Kıyılardan Yararlanma” başlıklı 43., “Tarım ve Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması” başlıklı 45. maddeleri, özel tahsis kararı olmadan imar barışı kapsamında yer almayan, kesin yapılaşma yasağı bulunan yerleri düzenlemektedir. 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 4. maddesine göre “Mera, yaylak ve kışlakların kullanma … bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir. Bu yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Mera, yaylak ve kışlaklar; özel mülkiyete geçirilemez, amacı dışında kullanılamaz, zaman aşımı uygulanamaz, sınırları daraltılamaz.” 3621 sayıl Kıyı Kanunu’nun 5 inci ve 6 ncı maddelerinde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.” biçiminde açıkça yapılaşma yasağına yer verilmiştir. Keza 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi de “Devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere; otlatma planı yapılan alanlarda yıllık otlatma süresi dâhilinde hayvanların planlı otlatılmasını sağlayan, gecelemesini emniyet altına alan ve dağılmalarını engelleyen geçici çevirmeler şeklinde düzenlemeler dışında, her çeşit bina, ağıl ve hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması, tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesi yasaktır.” hükmüne yer vermiştir. Bunlar dışında sit alanları ve su havzaları gibi alanlarda da özel düzenlemeler ile mutlak yapılaşma yasağı getirilmiştir.

İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinde yer verilen imar barışı düzenlemesinin, kentsel dönüşüm uygulamalarının finansal kaynağını yaratmak üzere, imar düzenine aykırı yapıları kayıt altına alarak ve yapı sahiplerine kentsel dönüşüm uygulamasına kadar yapıyı geçici olarak kullanma imkanı sağlamak şeklindeki sınırlı amacı, aynı Kanun’un 4. maddesindeki özel kanunlarda belirlenen yerlerde İmar Kanunu’nun sadece özel kanunlara aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceğine ilişkin amir hüküm ile Anayasa ve özel yasalardaki düzenlemeler dikkate alındığında, yapılaşmanın kesin olarak yasaklandığı yerlerin imar barışı kapsamı dışında kaldığı, Anayasa ve özel düzenlemeler ile ayrıca koruma altına alındığı için geçici 16. maddenin dokuzuncu ve onbirinci fıkralarında yapı kayıt belgesi alınamayacak alanlar arasında sayılmadığı, bu amir hükümlere aykırı olarak verilen yapı kayıt belgelerinin, ruhsatsız yapıların kayıt altına alınmasını sağlamakla birlikte mutlak korunması gerekli alanlarda kalan inşai ve fiziki müdahaleleri hukuka uygun hale getirmeyeceği ayrıca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun 30.11.2021/53 Esas 2021/326 sayılı Kararı ile yapı kayıt belgesinin iptaline karar verildiğinin anlaşılması karşısında, davaya konu binanın yer aldığı parselin 3. derece doğal sit alanında kaldığının iddianamede belirtilmesi nedeniyle 2863 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan da kamu davası açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında, 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesini ayrıca 5237 sayılı Kanun’un 184/1. maddesini de ihlal etmiş olması karşısında; 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde tanımlanan fikri içtima kuralları da göz önünde bulundurulup, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi nedeniyle karar hukuka aykırı bulunmuştur. ( Y 4. CD 24.12.2024 T,  2024/10198 E.,  2024/17701 K.)

Kartların farklı zamanlarda kopyalanıp üretildiğine ilişkin delil bulunmaması nedeni ile sanığın Türk Ceza Kanunu’nun 245 inci maddesi ikinci fıkrası banka sayısınca cezalandırılması yerine zincirleme suç hükümleri uygulanması suretiyle fazla ceza tayin edilmesi hukuka aykırı bulunmuştur

Sanık Hakkında NAVY FEREDAL CREDİT UNİTED USA BANK, NORDSTROM UNİTED KİNGDOM OF AMERİCA BANK, COMMERCE BANCSHARES USA BANK’a yönelik eylemleri nedeni ile Kurulan Hükümler Yönünden

Değişik bankalara ait kredi kartlarının manyetik şerit bilgilerini kopyalayarak elde ettikleri kart bilgileri ile üretilen sahte kartların bağlı oldukları banka sayısınca Türk Ceza Kanunu’nun 245 inci maddesi ikinci fıkrası ile cezalandırılacağı, aynı bankanın birden fazla kartının değişik zamanlarda kopyalanması halinde 43. maddesinin uygulanacağı dikkate alındığında; somut olayda, kartların farklı zamanlarda kopyalanıp üretildiğine ilişkin delil bulunmaması nedeni ile sanığın Türk Ceza Kanunu’nun 245 inci maddesi ikinci fıkrası banka sayısınca cezalandırılması yerine zincirleme suç hükümleri uygulanması suretiyle fazla ceza tayin edilmesi hukuka aykırı bulunmuştur. ( Y 8. CD 12.11.2024 T, 2024/20586 E.,  2024/8570 K.)

Her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlendiği ve hukuki kesinti bulunmadığı, anılan iki eylemde de sanığın üzerine atılı eylemlerin aynı mahiyette olduğu dikkate alınarak bu eylemlerin bir suç işleme kararı icrası kapsamında işlendiği anlaşıldığından, birleştirilen dosyalar dolayısıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43 üncü maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekir

1-Somut olayda; İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.11.2013 tarihli ve 2013/42 Esas, 2013/201 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında sanığın her iki … nedeniyle, 5237 sayılı Kanun’un 5560 sayılı Kanun ile değişik 191 inci maddesinin birinci fıkrası ve 62 nci maddesi uyarınca ayrı ayrı 10 ‘ar ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Kanun’un 231 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca yine ayrı ayrı hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına, 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar verildiği ve kararların 25.12.2013 tarihinde kesinleştiği, sanık hakkında denetim süresinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesine açılan, 19.07.2016 ve 22.10.2018 tarihli eylemlere ilişkin dosyada, Mahkemesince 21.10.2020 tarihli ve 2020/75 Esas, 2020/351 Karar sayılı karar ile kovuşturma şartının bulunmaması nedeniyle 5271 sayılı Kanunun 223 üncü maddesinin sekizinci fıkrasına göre davanın düşmesine karar verildiği ve İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesine ihbarda bulunulduğu, ihbar sonrasında da İstanbul 60. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, 26/01/2021 tarihli ve 2020/838 Esas, 2021/84 sayılı kararı ile denetim süresinde aynı nitelikte suçu işlediğinden bahisle hükmün açıklanmasına karar verildiği,

Sanık hakkında İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesince genel hükümlere göre verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararınından sonra İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesince denetim süresinde işlenen ikinci suçtan dolayı dosyasının düşme kararı ile kapatılarak hükmün açıklanması amacıyla ihbarda bulunulması sonrası hüküm açıklanmış ise de; bu usulün ancak 6545 sayılı Kanun’un 68 inci maddesiyle değişik 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191 inci maddesinin sekizinci fıkrası ve aynı Kanun’un 85 inci maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 7 inci maddesinin ikinci fıkrası maddeleri uyarınca yasal zorunluluk gereği verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararlarda uygulanabileceği, sanık hakkında 5271 sayılı Kanun’un 231 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca genel hükümlere dayalı olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kasıtlı bir suçtan dolayı kurulacak bir mahkumiyet hükmünün kesinleşmesi ve ihbarı neticesinde açıklanabileceği dolayısıyla düşme kararına dayanılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanamayacağı gözetilmeden hüküm kurulması,

2- Dava dosyası kasamına göre sanığın 01.12.2009 tarihli eylemi nedeniyle 18.01.2010 tarihinde iddianame düzenlendiği, 22.12.2009 tarihli eylemi nedeniyle de 19.01.2010 tarihinde iddianame düzenlendiği, her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlendiği ve hukuki kesinti bulunmadığı, anılan iki eylemde de sanığın üzerine atılı eylemlerin aynı mahiyette olduğu dikkate alınarak bu eylemlerin bir suç işleme kararı icrası kapsamında işlendiği anlaşıldığından, birleştirilen dosyalar dolayısıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43 üncü maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmeden hüküm kurulması Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür. ( Y 8. CD 11.11.2024 T,  2024/14375 E.  ,  2024/8523 K.)

İddianame düzenlenmeden kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan  işlenen eylemlerin 5237 sayılı Kanun’un 43 üncü maddesi kapsamında zincirleme suça esas alınması gerekir

 UYAP kayıtlarında yapılan araştırmada, sanığın 18.11.2018 tarihli eylemi ile 21.02.2019 tarihinde kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildiği, sanığın yükümlülüklerine uymaması ile 07.02.2021 tarihinde iddianame düzenlendiği ve Gaziosmanpaşa 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 09.09.2021 tarih, 2021/106 Esas, 2021/414 Karara sayılı kararı ile sanığın mahkumiyetine karar verildiği görülmekle; kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararının kesinleşmesinden sonra işlenen kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu, 5237 sayılı Kanun’un 191 inci maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında ihlal sebebi olarak sayılarak aynı maddenin beşinci fıkrası uyarınca ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılamayacağı, bu ihlalden sonra işlenen kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarının soruşturma ve kovuşturma konusu olabileceği, ancak iddianame düzenlenmeden aynı suçtan işlenen eylemlerin ise 5237 sayılı Kanun’un 43 üncü maddesi kapsamında zincirleme suça esas alınması gerektiği kabul edilmektedir. İddianame düzenlendikten sonra aynı suçtan işlenen suçlar ise ayrı suçtur ve 5237 sayılı Kanun’un 191 inci maddesinin altıncı fıkrası kapsamında doğrudan dava konusu edilebilir. Temyiz konusu suç tarihinin 09.11.2020 tarihli olduğu Gaziosmanpaşa 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 2021/42 Esas sayılı dosya iddianamesinden önce gerçekleştiği anlaşılmakla söz konusu dosyanın aslı veya onaylı örneğinin getirtilip denetime imkan verecek şekilde dosya içine konulup, incelenen 09.11.2020 tarihli … yönünden 5237 sayılı Kanun’un 43 üncü madde gereğince zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması bozma nedenidir. ( Y 8. CD 08.10.2024 T, 2024/12838 E.  ,  2024/7415 K.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi çekebilecek makaleler